İttifak ahlakı

AK Parti ve MHP’nin ortak çalışmayla hazırladığı “İttifak teklifi” geçtiğimiz hafta TBMM’ye sunulmuştu. Düzenleme rutin aşamaları geçtikten sonra Salı günü Meclis genel kuruluna gelecek.

Düzenlemenin iki önemli olası sonucunu geçtiğimiz hafta vurgulamıştık. Birincisi partilerin ittifak kurabileceği bir Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türk siyasetini iki rakipli bir düzleme oturtacağıydı. İkincisi ise ittifak kuran partiler için yüzde 10’luk seçim barajının fiili olarak kalkacak olmasıydı.

Üçüncü ve daha önemli bir olası sonucu daha vurgulamak gerekiyor. O da ittifak sisteminin Türk siyaset ahlakı üzerinde yaratacağı etki olmalı.

Bu etki anamuhalet partisi CHP’nin ileri sürdüğü gibi koalisyonlara benzer bir durum ortaya çıkarmayacak. Ne demek bu? Biraz hafızamızı tazeleyerek izah edeyim:

Türkiye mevcut parlamenter sistemde uzun yıllar koalisyonlarla yönetildi. Bu koalisyonlar seçmenin isteği, desteği ve onayı doğrultusunda şekillenmiyordu. Partiler türlü vaatlerle seçime giriyor, sandıktan çıkan sonuca göre kimi zaman parti programı birbirine tamamen zıt ekoller koalisyon kurmak zorunda kalıyordu. 27 Mayıs darbesinin ürünü olan CHP-Adalet Partisi koalisyonu bunun ilk örneğiydi. Bunu CHP-MSP, DYP-SHP, DYP-CHP, ANASOL-D, DSP-MHP-ANAP gibi koalisyon örnekleri izledi. Seçimden önce sözkonusu partilerin seçmenlerine sorulsa bu tür koalisyonlara belki de onay verilmeyecekti ancak sistem hükümet oluşumunda tabanların istek ya da onaylarını değil meclis aritmetiğini önceliyordu.

Bu beraberinde üç şeyi getirmişti:

1. Sandıktan çıkan sonuçlara göre koalisyon kurulduğundan parti tabanları sürprizlerle karşılaşabiliyordu. Bu toplum-siyaset güven ilişkisini zedeliyordu. Siyasetçi için bir dediği bir dediğini tutmayan, güvenilmez, sözüne inanılmaz bir profil ortaya çıkıyordu. Rahmetli Süleyman Demirel’e ait olan “Dün dündür, bugün bugündür” sözünün yaygınlık kazanması bununla ilişkilidir.

2. Koalisyon oluşumunda taban rızasının değil meclis aritmetiğinin etkili olması siyaset yapma biçiminde de ahlaki sorunlara yol açıyordu. Türkiye ne yazık ki geçmiş yıllarda milletvekili transferleri için yapılan kirli pazarlıklara şahit oldu.

3. Belki de en önemlisi zıt politika sahibi partilerin bir araya getirdiği koalisyonların kırılganlığıydı. Bu sistemi siyaset dışı aktörlerin, vesayet odaklarının maniplasyonuna açık hale getiriyordu.

TBMM’de görüşülen ittifak düzenlemesi ise siyaseti tüm bunların karşısında bir yere konumlandırıyor. Buna göre partiler ittifak yapacakları partileri seçimden önce ilan edecek. Bunu seçmenine duyuracak. Seçmene sürpriz yapmayacak. Seçmen desteklediği partinin kiminle bir arada olacağını bilecek. Buna göre oy verecek ya da vermeyecek.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin altyapısını teşkil eden bu modelin şeffaf, öngörülebilir ve tutarlı bir siyaset biçimini besleyeceğine, toplum-siyaset ilişkisini güçlendireceğine şüphe yok.