Arapçada "bilen" anlamýna gelen "âlim" kelimesi "alem" (iþaret-alamet)'den gelir. Bütün varlýk bir iþaret ve alamet konumundadýr, "âlim" de iþaretin gösterdiði þeyi bilip ortaya çýkaran kiþidir. Türkçede "âlim" anlamýndaki "bilen", alamet, iþaret anlamýnda "belli" ve "belirti"den mi gelir, araþtýrmak lazým. Arapçadaki mantýðý esas alýrsak bir iliþki var gibi görünüyor. Farsçada "âlim"e "dâna" deniyor. Bilmek anlamýndaki "danisten" mastarýndan gelir. Bunun da "vermek" anlamýna gelen "daden"le iliþkisi olabilir. Buna göre "dâna", varlýkta potansiyel olarak bulunan maddi ve manevi hakikatleri çýkarýp insanlara veren kimsedir. Kelimenin Kürtçesi ise "zana"dýr. Bilmek anlamýnda "zanîn" mastarýndan gelir. Ama "zayîn" (doðmak) ile de iliþkisi var. Buna göre "zana", kâinatýn gebe olduðu maddi ve manevi hakikatleri doðurtup çýkaran kimsedir. Ýlginçtir, kadim Ýranlýlarýn ve Zerdüþtiliðin kutsal kitabýnýn adý "Avesta"dýr. Bunun da Farsça gebe anlamýna gelen "abesten" kelimesiyle iliþkisi olabilir. Hakikatlere gebe yani. Ancak Kürtçede gebe anlamýna gelen "avis" kelimesi "avesta" ismine ve anlamýna daha yakýn görünüyor. Âlim, yani "zana" hem kâinat kitabýnýn, hem yazýlý kitabýn gebe olduðu, potansiyel olarak içinde barýndýrdýðý ve iþaretlerini sergilediði hakikati ortaya çýkaran, doðurtan kiþidir.
Her dört dilin isimlendirmesi ve isimlendirmelerin gerisindeki mantýk, "âlim"in alemde, insan hayatýnda oynadýðý role uygundur. Herkesin ulaþamadýðý hakikati bulup ortaya çýkaran ve onu doðasýna uygun olarak yeni bir formda sunan, böylece toplumlarýn önünde yeni ufuklar açan âlimlerin tarihsel iþlevi, yukarýda açýkladýðýmýz etimolojik çýkarsamayý pekiþtirir niteliktedir.
Âlimlerin deðer üreticiliði (ýslah) veya yýkýcýlýðý (ifsat) bu aþamada, yani bulduklarý hakikati sunma yönteminde ortaya çýkar. Bu yöntem, kuþkusuz eðitimdir. Eðitimin niteliði, öðretilen bilgilerin varlýðýn doðasýna uygun ya da aykýrý olarak kullanýlmasýný belirler. Öteden beri eðitim kelimesinin bir adlandýrma olarak ilimle, ilmin amacýyla uyuþmadýðýný düþünürüm. Çünkü eðip bükmekten gelir. Hem hakikati, hem de öðrenciyi eðip bükmeyi, köklerinden uzaklaþtýrmayý çaðrýþtýrýyor. Sadece çaðrýþtýrmýyor, sosyal pratiðimiz de bunu kanýtlýyor. Buna karþýlýk bugünkü eðitim anlamýnda daha önce kullandýðýmýz "terbiye" ise hem hakikatin, hem de hakikati öðrenmek isteyen öðrenciyi kökleri üzerinde geliþtirmek, büyütmek anlamýný çaðrýþtýrýr. Nitekim "terbiye" edildiðimiz zamanlarda kýtalara sýðmayacak kadar büyüyüp geliþmiþtik. Eðitildiðimiz, eðilip büküldüðümüz bu zamanlarda ise küçüldükçe küçüldük, görüldüðü gibi kemiyet ve keyfiyet olarak güdük kaldýk.
Diyarbakýr'da ilmin, etimolojik anlamýna, "âlim"in tarihsel iþlevine uygun olarak "terbiye"yi, yani hakikati geliþtirip büyütmeyi, öðrenciyi de keyfiyet olarak yetiþtirip yükseltmeyi esas alan bir müesseseyi görme bahtiyarlýðýna eriþtim geçen hafta. Ýttihadu'l ulema. Yani "âlimler birliði". Bölgede "ittihad"a baðlý altmýþ kadar medresenin olduðunu söyledi, genel sekreter Seyda Mela Mehmet Özer. Ta nizamiye medreselerinden beri bilinen terbiye metodu esas alýnýyor doðal olarak. Seyda Mela Ömer Çelik, Seyda Mela Kerbelai Þanlý ve diðer âlimlerden dinlediklerim bugünkü umut kýrýcý, kaotik, güdük býrakýcý havayý daðýtacak nitelikteydi. Arapça, Türkçe ve Kürtçe verilen dersler, uygulanan terbiye metodunun bölgenin ruhuna uygun olduðunun göstergesiydi. Ders vermenin dýþýnda sosyal, dini ve baþka beþeri konularla ilgili birimleri de barýndýrýyor bünyesinde. Uluslararasý ilim çevreleriyle sýký bir iliþkisi var "ittihad"ýn. Mesela verdiði fetvalar Arap ülkelerinde bazý resmi kurumlarýn fetvalarýndan daha çok itibar görüyor. Bölgede sýkça rastlanan bildik ihtilaflarda arabulucu, ýslah edici, barýþ yapýcý bir rol de oynuyor.
Eðitimden, özellikle güdük býrakýcý "eðitim" mamulü bir kýsým güdük kafalý "hocalar"dan dolayý beli bükülmüþ toplumu, dimdik ayaða kaldýrýp doðrultacak olan, bu tür terbiye müesseseleridir.