İyi ki basın özgürlüğü yokmuş

Yakasına törenle İşçi Partisi rozeti takan ve “Yolum bundan sonra Perinçek’in yoludur” diyen adam (ünlü bir tiyatro sanatçısıdır), kendisi gibi düşünmeyenlere “yandaş” ve satılmış” diyor.

Bu bayat örnek...

Tazeleri de var:

Adam darbelerin yanında duruyor.

Muhtıralara destek veriyor.

Koç’a mikrofonluk yapıyor.

Başbakan’ın otoriterleşmesini sürdürmesi durumunda darbenin meşru hak olacağını söylüyor.

Bunları yaptığı için herhangi bir sıfatla tahfif edilmiyor ama farklı düşünen (bir iktidar programını desteklediğini söyleyen) biri çıkınca, hemen etiketi yapıştırıyor.

Bir bağımsız gazeteci, “Benim yolum onun (Kılıçdaroğlu’nun) yoludur” diye yazmıştı... 2011’e kadar onun yolunu gözleyecekmiş... “CHP’ye genel başkan oldu, bakalım lider de olacak mı?” diyordu ve ilk seçimde oyunu Kılıçdaroğlu’na vereceğini müjdeliyordu.

2011 geçti.

Kılıçdaroğlu lider olamadı.

Onun yoluna baş koyan bağımsız gazeteciler şimdi ne düşünüyorlar?

Herhalde Gezi’den ekmek çıkarmaya uğraşıyorlardır.

Bir başka bağımsız gazeteci de şunları yazmıştı: “Kılıçdaroğlu’nu dinlerken kendimi tutamadım, ağladım.”

Neye mi ağlamış?

Kemal Bey’imiz, Soner Yalçın’a sahip çıkarken, “Basın özgürlüğü, özgürlüklerin en mühimidir” gibilerden bir laf etmiş de... Ona ağlamış.

Basın özgürlüğü, özgürlüklerin en mühimidir. Doğru...

Bu ülkede çatır çatır muhalefet yapan 10-15 günlük gazete var.

İlaveten, bir dolu televizyon ve internet sitesi...

İsteyen, istediği gibi konuşuyor.

İsteyen, istediği gibi küfrediyor... “Yalaka” diyor, “yandaş” diyor, “kof kabadayı” diyor, “sefil” diyor, “iktidarın yalaka köpeği, kemik bulmuş gibi havlıyor” diyor, “çık lan karşıma Tayyip” diyor.

Hiçbir şey olmuyor.

Kemal Bey’in asla “diktatörlük” saymadığı dönemlerde, Takrir-i Sükûn marifetiyle, gazeteler kapatılırdı... Gazetesi kapatılan gazeteciler İstiklal Mahkemesi’ne yollanırdı.

Bazıları asılırdı.

Bazılarının kafası odunla parçalanırdı.

Daha da vahimi şu:

Kemal Bey’in asla “diktatörlük” saymadığı dönemlerde, “falanca gazete kapatıldı, filanca gazeteci hapse atıldı” diye yazmak da suçtu.

Basın özgürlüğüne çok düşkün olan Kemal Bey o günlerden de örnekler verseydi, belki daha çok ağlatacaktı.

Bunu yapmıyor.

Basın özgürlüğü açısından tarihin en karanlık döneminde olduğumuzu söylüyor ve hafızasızlığımıza oynuyor.

Bugünün “özgür olmayan” basın ortamında, tutuklu gazeteciler cezaevinden nümayiş örgütlüyor, “Silivri Cezaevi’ne baskın planları” yapıyor, “Devrileceksin” diye iktidara meydan okuyor.

Kemal Bey ve yandaşları da çıkıp, “Herkes her haltı karıştırıyor, bir şey olmuyor. Bu nasıl diktatörlük?” demiyor.

Bir başka bağımsız gazeteci de, Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği kurultaydan şu notları aktarmıştı: “Coşkun bir ırmak gibiydi. Şimşek gibiydi. Gözlerimi kapatıp dinledim. Sessiz bir devrim gerçekleşiyordu. Tarihe tanıklık etmenin kıvancını yaşadım.”

Biri daha var...

Kılıçdaroğlu konuşurken çoraplı ayaklarıyla sandalyeye (bir rivayete göre masaya) çıkıp alkış yapan bir gazeteci arkadaşımız. O da “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” diye ağlayanlardan...

Etkin bir gazetenin yazı işleri müdürü...

Hadi ismini de velim: Hürriyet.

Bir-iki kez milletvekili aday adayı olmuştu. CHP’nin de resmi üyesi...

Şimdi bu arkadaşlar bağımsız gazeteci oluyor...

Bizler de “satılmış”ve “yandaş...” 

Eski zamanlarımda olsaydım, “Gidin yatın lan!” derdim.

Şimdi gülümseyerek izliyorum.