STAR Medya Grup Baþkaný Mustafa Karaalioðlu’nun geçen Cuma günkü sütununda, “Birisi ‘Operasyonla ilgimiz yok’ demeden gerçeði söylesin” baþlýklý önemli bir yazý vardý. Son bir aydýr yaþadýðýmýz operasyonlar serisinin ardýndaki siyasi niyeti sorguluyordu Karaalioðlu ve bir çaðrýda bulunuyordu:
“Evet, birisi çýkýp bunu anlatsýn. Ama ‘Bizim operasyonla, polisle, savcýyla, bürokrasiyle, bankayla, parayla, pulla iþimiz yok’ demeyecek birisi...”
Bu bir diyalog çaðrýsýydý, ama akim kalmasý da muhtemeldi. Çünkü mevcut kavgada, bir taraf diðerini “paralel devlet” ilan ederken, diðer taraf “hiç âlâkamýz yok bu iþlerle” diye ýsrar ediyor hakikaten. Realite ne olursa olsun, bu söylem uçurumunun sonucu da diyalogsuzluk oluyor.
Bu sonucun da bir sonucu var ama: “Hiç âlâkamýz yok bu iþlerle” diyenlerin niyeti, niyet okuma yöntemiyle tayin ediliyor. En çok da, 90 yýllýk Cumhuriyet tarihinde devletle sürtüþmüþ istisnasýz tüm devlet-dýþý aktörlerin niyetini açýklamak için kullanýlan izaha baþvuruluyor: “Dýþ mihraklara hizmet.” Ortada “okyanus ötesi” bir fiili durum olmasý da buna epey malzeme saðlýyor.
Sonuç, hem kavganýn keskinleþmesi, ki hepimiz için vahim, hem de hükümetin Batý’yla köprüleri atan bir söylem geliþtirmesi, ki en azýndan ekonomik sonuçlarý açýsýndan ürkütücü.
Sosyo-psikoloji
Ben, üzüntüyle izlediðim bu durumdan kendimce bir vazife çýkarýyor ve “sebep ne” sorusuna dýþ mihrak yerine iç dinamik temelli bir cevap öneriyorum: Cemaat sosyo-psikolojisi.
Akýlda tutulmalý ki, dini cemaatler, hele de gayret yönü aðýr basanlar, çok idealist ve özverili yapýlardýr. Ama tam da bu sebeple epey alýngandýrlar. Oluþturduklarý hizmet mekanizmalarýna büyük bir dini mânâ atfettikleri için, bunlara yönelik en ufak bir tehlikeye karþý cansiperane savunmaya geçerler. Ayný sebeple, cemaat mensuplarýndan birine veya bir kýsmýna yönelik herhangi bir tehdit de, “tesanüd” gereði, tüm cemaate karþý yapýlmýþ sayýlýr ve teyakkuz hali doðurur.
Son yýllarýn tartýþmalarýna bu gözle bir bakýn. Dikkat ederseniz, sýk sýk “Cemaat’i bitirme planlarý” gündeme gelmekte, bu planlarý yaptýðý varsayýlan “þer odaklarý”nýn karanlýk toplantýlarý TV dizilerinde dramatize edilmektedir. Bu endiþeler, abartýlý olsa bile, samimiyetle paylaþýlan endiþelerdir; o anlamda bir realitedir.
Çözüm süreci?
Bu realiteyi akýlda tutarak bugüne bakarsanýz, mevcut kavganýn niçin geçen Kasým ayý ortasýnda patlak verdiðini de görürsünüz: “Dershaneleri dönüþtürme” giriþimi, bir “bitirme planý” olarak algýlanmýþ, bu da teyakkuz halini maksimum düzeye çýkarmýþtýr.
(Buna mukabil, dýþ mihrak söylemi, biraz havadadýr. AK Parti hükümetinin ABD-Ýsrail mihverini en çok rahatsýz ettiði dönem, son bir-iki yýl deðil, “Ýran müttefiki” olarak algýlandýðý 2010 yýlýdýr. Ardýndan gelen Malatya radarý, Suriye iç savaþý, ve hatta Ýsrail özürü, bilakis yakýnlaþtýrmýþtýr hükümetle Batý’yý. Baþbakan’ýn Mayýs 2013’teki görkemli Beyaz Saray ziyaretini unuttuk mu?)
Çok tartýþýlan “çözüm sürecine taþ koyma” meselesi de kanýmca yine iç dinamiklerle açýklanabilir. Cemaat, aslýnda teorik olarak “sulh” istese de, baþtan beridir “Güneydoðu’nun PKK’ya teslim edilmesinden” ve bunun da oradaki hizmet aðýný bitirmesinden endiþe etmektedir. Yine bir “bitirme planý” korkusudur yani, mesele.
Velhasýl, bana geliyor ki, mevcut kavganýn en büyük dinamiði korku ve ona dayalý teyakkuzdur. Eyüp Can’ýn da geçenki bir yazýsýnda dediði gibi; “Ýki taraf da karþýsýndakinin kendisini yok etmek istediðine o kadar çok inandý ki...”
Bu durumda çýkýþ yolu ise; diyalogtur, karþýlýklý güven artýrýmýdýr, öz eleþtiri ve þeffaflýktýr, “doðal sýnýrlara” çekilmedir, ve hem tarafsýz hem de baðýmsýz bir yargý kurmak için kollarý sývamaktýr.
Hâlâ çok geç deðil...