Geçtiðimiz haftada önemli þeyler oldu Türkiye’de. Bence bazýlarý iyi, bazýlarý kötüydü.
Ýyilerden baþlayalým. En iyisi, Büþra Ersanlý’nýn da dahil olduðu 16 KCK sanýðýnýn tahliyesiydi.
Bu tahliye iyi oldu, çünkü, bu köþede yýllardýr savunduðum gibi, hepsini özünde doðru bulduðum Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarýnda aþýrý yaygýn ve uzun tutukluluk sorunu var. Bu durum, hem pek çok insaný maðdur etti, hem de bu önemli davalarýn meþruiyetine gölge düþürdü.
Bugün zararýn neresinden dönülse kâr. Onun için tüm bu siyasi davalarda daha fazla tahliye umuyorum. Bunun da “darbecileri ve teröristleri sevindireceðini” deðil, aksine onlara karþý yürütülen hukuki mücadeleyi daha doðru ve saðlam bir zemine oturtacaðýna inanýyorum.
Benim açýmdan ikinci iyi haber ise, AK Parti - Has Parti bütünleþmesi haberiydi. Bilhassa, birikimi, ahlakýný ve üslubunu çok takdir ettiðim Numan Kurtulmuþ’un iktidar partisine katýlacak olmasýna sevindim. Bunun siyasetimize önemli bir katký saðlamasýný diliyor ve umuyorum.
Gelelim tatsýz haberlere...
Bunlardan ilki, cumartesi günü Diyarbakýr’da yaþanan polis-BDP arbedesiydi.
Kanaatimi kestirmeden söyleyeyim: Bence valilik BDP’nin miting talebine olumlu cevap vermeli, yani “yasak” deðil “özgürlük” yolunu seçmeliydi. (AK Parti Diyarbakýr milletvekili Galip Ensarioðlu’nun da savunduðu gibi.)
Bunu derken BDP’nin “hýr çýkarmaya” çok meraklý bir tabana ve hatta milletvekili kadrosuna sahip olduðunun farkýndayým elbette. Ama bu durumda dahi, bu partinin miting yapmasýna izin vermek, izin vermemekten daha doðrudur. “Provokasyon olur” gibi endiþelerin de bence fazla bir geçerliliði yoktur; yasaðýn bizatihi kendisi bir “provokasyon”a dönüþüp zaten gergin olan kitleleri daha da ajite etmektedir çünkü.
Basýn özgürlüðü nereye?
Ýkinci ve asýl tatsýz haber, AK Parti’nin basýn özgürlüðünün sýnýrlarýyla ilgili getirdiði anayasa maddesi önerisiydi...
Bu önerideki “genel ahlakýn, baþkalarýnýn haklarýnýn, özel veya aile hayatýnýn korunmasý” gibi bazý unsurlar, anlaþýlabilir. Batý’da da karþýlýklarý vardýr.
Ancak basýn özgürlüðünü “milli güvenlik, suçlarýn önlenmesi, yargýnýn baðýmsýzlýk ve tarafsýzlýðýnýn saðlanmasý, savaþ kýþkýrtýcýlýðýnýn engellenmesi” gibi yoruma çok açýk amaçlarla sýnýrlamak çok tehlikelidir. Hele de Türkiye’deki gibi otoriterliðiyle sabýkalý bir yargýya sahip bir ülkede.
Öyle ya, bir mahkeme “milli güvenlik, Türkiye’nin bütünlüðünü korumayý gerektirir” deyip, federasyonu savunmayý sansür sebebi sayarsa ne olacak?
Yahut “suçu engellemek” adýna yeni “fikir suçlarý” yaratýlýrsa? Veya mahkeme kararlarýný eleþtirmek yasaklanýrsa?
Söz konusu maddedeki subjektifliðin en iyi göstergesi ise, “savaþ kýþkýrtýcýlýðý”nýn da yasaklanmasý.
Oysa bu kavram, ancak entelektüel düzeyde bir eleþtiri olabilir; bir suç olamaz. Türkiye’nin herhangi bir savaþa girmesini savunmak da meþru bir görüþtür çünkü.
Mesela, Allah göstermesin, eðer Bosna’da 90’lardaki gibi bir Boþnak Soykýrýmý yine olsa, ben Türkiye’nin Sýrplara savaþ açmasýný savunur, yani seve seve “savaþ kýþkýrtýcýlýðý” yaparým. Ýsteyen de karþý çýkar, aksi görüþü savunur. Ne anayasa ne de yasalar, bu siyasi tartýþmanýn tarafý olamaz...
Neticede, söz konusu anayasa maddesi teklifini getiren sayýn vekillere þunu hatýrlatmak isterim:
Dünyanýn hiç bir ülkesinde hiç bir otoriter idare, “keyif olsun” diye sýnýrlama getirmez basýna. “Vatana ve millete zararlý yayýnlara engel oluyoruz sadece” der.
Sorun, neyin vatana ve millete zararlý olduðuna karar verip, bu kararý kanun gücüyle dayatmalarýdýr.
Kemalistlerin seksen yýldýr sürdürdüðü bu kötü geleneðin de Yeni Türkiye’de tekrarlanmasý deðil, aksine tarihe karýþmasý gerekmektedir.