Elbette Ýzmir çok uzun yýllar boyunca bakýmsýz kalmýþtý. Behçet Uz’un belediye baþkanlýðý döneminde þehir yeniden kendine gelmeye baþlamýþtý ancak. Birçok kiþi Ýzmir fuarýnýn onun tarafýndan yaratýldýðýný hatýrlayacaktýr. Büyük Ýzmir yangýnýndan sonra yangýn yerinin önemli bir kýsmý üzerinde kurulmuþtu fuar. Her ne kadar bugün artýk iþlevini tamamen yitirmiþliðinden dolayý unutulmaya yüz tutmuþsa da, Ýzmir’in, sadece Ýzmir þehrinin de deðil, hinterlandýný oluþturan pek çok Ege ilinin ve ilçesinin, hatta kasabasýnýn çok uzun yýllar boyunca en önemli merkezi olmuþtu.
DP’nin devraldýðý Ýzmir’in resmi
“Beyaz Kitap” adýyla bastýrýlan broþürde, bir önceki belediye baþkaný Rauf Onursal’ýn yerine geçen, fakat yalnýzca bir yýl görev yapabilen Mustafa Salâhattin Akçiçek, Ýzmir için yapýlanlarýný aktarýyordu. DP yönetimi, ilk önce 1950 yýlýnda belediyeyi devraldýðýnda bulduðu Ýzmir’i anlatýyordu. Buna göre, þehrin yollarýnýn ancak dörtte biri yapýlabilmiþti. Kalan kýsmý ise, hâlâ “Arnavut kaldýrýmý”ndan bile yoksundu. “Yalnýz yukarý mahallelerle kenar mahalleler deðil, diðer birçok mahalleler halký temiz içecek suyundan mahrumdu. Yine bu mahalleler, medeniyetin nuru olan elektrik ýþýðýný evlerinde deðil, hatta sokaklarýnda [dahi] görmemiþlerdi. Þehrin kanalizasyon tesisleri derme çatma halinde bulunduðundan büyük himmet bekliyordu.” Dahasý, “elde þehrin müstakbel imâr plâný da olmadýðý için en büyüðünden en küçüðüne kadar inþaat geliþi güzel ve plânsýz devam etmekteydi.”
Temiz su olmadýðýndan þehirde tifo, paratifo ve dizanteri salgýnlarý olmuþtu. Þehre yeni çeþmeler açýlýrken, özellikle de Kadifekale civarýndaki semtlere temiz içme suyu için su deposu inþa edilmiþti. Özellikle de “kenar mahalle”lere temiz içme suyu ve elektrik götürülmüþtü. “Ne yazýk ki, eski belediyeler, yalnýz þehrin merkezine ve onun etrafýndaki çevreye teksif ettikleri [yoðunlaþtýrdýklarý] belediye hizmetlerini, ‘gecekondular’ adý verilen ve kalabalýk kitleyi teþkil eden semtlerdeki küçük evlerinde efradýný barýndýrmaya ve yaþatmaya çalýþan vatandaþlara kadar götürmeyi lüzumsuz bir þey telâkki etmiþlerdi.” Ardýndan da þu soru sorulmuþtu: “Þehrin merkezinde ve onun çevresinde yaþayan varlýklý vatandaþlar, su, elektrik, yol ve kanalizasyon vs. gibi belli baþlý belediye hizmetlerinden bol þekilde faydalanýrken, diðer tarafta esas kitleyi teþkil eden hemþerilerimizin bunlardan tamamiyle mahrum yaþamalarý nasýl terviç [kabul] edilebilirdi?”
Sýra DP’nin hizmetlerine gelince…
Broþürde böyle bir þeyin kabul edilemeyeceði ve edilmediði þöyle anlatýlýyordu: “Ýþte bunu göz önünde tutarak, belediye hizmetlerini zengin olsun, fakir olsun, tüccar veya iþçi bulunsun, bütün vatandaþlarýn ayaðýna götürmek ve seyyanen istifadelerini temin etmek vazifesini deruhte ettik.” Bugün de ‘varyant’ olarak bilinen; Konak ile Eþrefpaþa’yý birleþtiren, hakiki adý Bileþmiþ Milletler olan yol, bu sýrada geniþletilerek bugünkü haline getirilmiþti. Alsancak mahallesine ilk kez asfalt dökülmüþtü.
Ýzmir’li olarak belirtmeliyim ki; benim çocukluðumda Alsancak’ta pek asfalt yoktu. Genellikle Arnavut taþý döþeliydi yollar. 27 Mayýs’tan sonra belediye baþkaný olan Osman Kibar zamanýnda Ýzmir’in yollarý asfaltlanmýþtý. En azýndan bu faaliyetini gözlemiþtim yakýndan belediyenin. Bu bakýmdan ‘Asfalt Osman’ýn ününün nereden geldiðini yakýndan biliyorum. DP döneminde bir yandan da Hatay caddesi açýlýyordu. Kemer köprüsü geniþletilmiþti. Þehrin içinde pek çok köprü yapýlmýþtý. Ýnciraltý plâjý ve tesisleri inþâ edilmiþti. Karþýyaka sahilinde deniz doldurularak sahil geniþletilmiþti.
Ýmâr plâný da hazýrlandý
Broþürde; Karataþ, Karantina, Göztepe, Güzelyalý, Üçkuyular hattýnýn “tamamen boþ” ve “havadar, manzaralý” olduðu hatýrlatýlarak, buralarýn þehre ilâve edileceðinden söz ediliyordu. Bu satýrlarý okuyunca biraz durdum ve düþündüm. Anýlarýma geri döndüm. Demek bu broþür çýktýðýnda dünyaya gelmeme sadece iki yýl kalmýþtý; benim bebekliðimde doðduðum semt olan Karantina demek böyleydi. Yalýda otururken, pek de iþtahlý bir çocuk olmadýðýmdan, ninem deniz kenarýnda her defasýnda bir taþ atma karþýlýðýnda bir kaþýk yedirdiðini bana kim bilir kaç kez anlatmýþ olmalý ki, gayet iyi hatýrlýyorum hâlâ. Broþürde bir de uyarý vardý: Bölge ikinci derecede deprem bölgesiydi; ama temel bakýmýndan da saðlam sayýlýyordu.
Yerleþim þöyle düþünülmüþtü: “Bu arazinin müsait kýsýmlarý seçilerek, küçük iskân gruplarý þeklinde, birbirinden çözülerek tertiplenmiþ, eski þehir kýsýmlarýndan yeþil sahalarla ayrýlmýþ, tabiat içerisine yerleþmiþ, küçük organik bütünler þeklinde tanzim edilmiþti.” Bölgenin nüfus yoðunluðu da hektar baþýna 200 kiþi olarak düþünülmüþtü. Bu sitelerin yeþil sahalarý olacaktý. Kadifekale etekleri de iskân dýþý alan olarak ayrýlmýþtý. Evet, yanlýþ okumadýnýz; buralar yeþil saha olarak ayrýlmýþtý ve bölgeye inþaat yapýlmayacaktý. Güzel düþünülmüþ; ama bir de uygulanabilseydi keþke!
Meþhur Sarý Kýþla ne olacak?
Sarý Kýþla yýkýlacaktý. Bu konuda gereken izinler alýnmýþtý. Arazisi üzerinde de “mâmur, Avrupaî bir site” doðacaktý. Konak meydaný Ýzmir’in “en güzel, mâmur kýsmýný” oluþturacaktý. Gelelim öykünün sonrasýna: Sarý Kýþla bir yýl kadar sonra yýkýldý. Lâkin o günden bu yana Konak meydanýnýn nasýl düzenleneceðine iliþkin bir karara varýlamadý bir türlü. Benim çocukluðumda ve gençliðimde bu alan (orada bir kýþla olduðunu bile uzun yýllar sonra þaþýrarak öðrenmiþtim; kent hafýzasý açýsýndan ilginç bir durum) ‘tarla’ olarak bilinirdi ve otobüsler ve dolmuþlar buradan hareket ederdi. Çok uzun yýllar boyunca da pespaye bir þekilde öylece kaldý. Ýzmir’in kültür sembolü olacak olan -halkýn dilinde opera binasý- olarak bilinen iskelet de, onun çaprazýnda uzun yýllar boyunca öylece kalakalmýþtý. Bir söylentiye göre tiyatro binasý olacaktý. Hiçbir þey olamadý, yýkýldý gitti.
Broþüre geri dönecek olursak; þehirde 1950 yýlýndan beri dört binden fazla ev, iki yüz elli kadar da apartman inþa edilmiþti. Altý cami, iki de hastane yapýlmýþtý. Alsancak Hocazade camii bunlardan biriydi. Ýki de kilise inþasý söz konusuydu. Trafik yoðunluðu da artmýþtý; bunun için bazý yerlere trafik lâmbalarý bile konulmuþtu. Hatýrlýyorum da, çocukluðumun son basamaklarýnda þehre konulan renkli trafik lâmbalarý þehrin Avrupaîliðine kanýt olarak görülmüþtü. Bu arada, “demode ve iptidaî tramvaylar” kaldýrýlmýþtý; yerine “dünyanýn en güzel, saðlam ve konforlu nakil vasýtasý troleybüs” konulmuþtu. Ýlk hat, Konak-Güzelyalý hattý idi. Troleybüsler Ýzmirli olarak hayatýmýzýn ayrýlmaz bir parçasýydý elbette. Zaten Ýzmir’de belediyenin kýsa adý olan ESHOT kýsaltmasýndaki son harf olan (T) troleybüsü iþaret ediyordu. Gerçekten de rahattýlar. Lâkin zaman zaman boynuz tâbir edilen yukarýdaki elektrik tellerine baðlanan kulaklarý çýkar; biletçiler (sahi o zamanlar otobüslerde biletçiler de olurdu) aþaðý iner ve arkaya geçerek, onlarý tellerini tutarak dikkatle yeniden yerlerine takarlardý. Yola devam edilirdi böylece. Yetmiþli yýllarýn baþýnda üç yýl boyunca Alsancak’tan Köprü’ye koleje böyle gidip gelmiþtim. Bilet fiyatý da öðrenci yirmi kuruþtu.
Fuarýn müþterisi hep boldu
Madem ki, yazýya fuardan baþladým; fuarla ilgili bir istatistik vermeden olmaz o halde: 1950 yýlýnda bir ay açýk kalan fuara biletle girenlerin sayýsý 1.337.000 kadardý. Bir sonraki yýl bu rakam bir buçuk milyonu geçmiþti çoktan. 1952 ve 1953 yýllarýnda bir milyon yedi yüz bini aþmýþtý.
Behçet Uz’un hayat hikayesi
1931 yýlýnda Ýzmir’e belediye baþkaný olan Behçet Uz’un þehre hizmetlerinin yeterince hatýrlanmadýðýný zaman zaman görmek gerçekten de üzücü. Son zamanlarda ailesinin gayretiyle hâtýralarýnýn ses kasedine kaydedilen kýsýmlarýyla bizzat kaleme aldýðý notlar, bir de aile üyelerinin katkýlarýyla birleþince, Ece Sakar tarafýndan yayýna hazýrlanan “Bir Kentin Yeniden Doðuþu” kitabý da ortaya çýkývermiþ iþte… Ben þahsen Behçet Uz’un belediye baþkanlýðý sonrasýndaki politika hayatýnýn baþarýlý olduðu kanýsýnda deðilim. Özellikle Ýkinci Dünya Savaþý yýllarýnda Ticaret Bakanlýðý’ndaki görevi onun açýsýndan gerçek bir talihsizlik sayýlabilir. Recep Peker Hükûmeti döneminde saðlýk bakanlýðýndaki baþarýsý hakkýnda bir þey söyleyebilecek durumda deðilim. Ama bu kadar kýsa süreli bir hükûmette elbette elinden fazlaca bir þey gelemezdi. Yoksa çok baþarýlý bir hekim olduðunu, bizzat Ýzmir’de çocuk doktoru olan babam Dr. Sýtký Koçak’tan dinlemiþliðim vardýr. Babamla bayaðý yakýn ahbaplarmýþ. Babam da mecburi hizmetinden sonra çocuk doktorluðu ihtisasýný almak için asistan olarak sonradan Behçet Uz Çocuk Hastanesi olarak ünlenecek olan hastaneye gelmiþ; Ýkinci Dünya Savaþý’nýn bitiminden hemen sonra.
Babamýn anlattýðý
Hatta babamla ne zaman Ýzmir’de birlikte kýsaca ‘heykel’ olarak anýlan Cumhuriyet meydanýndan, eski Efes otelinin önünden geçsek, bir an durur ve Behçet Uz ile olan anýsýný aktarýrdý. O zamanlar bölge yangýn yeri olarak hâlâ Uz’un imâra açýlmasýna gayret ettiði bir yer olduðundan; babama “doktor, senin biraz paran vardýr” deyip; bugün Efes otelinin de bulunduðu ve çocuk hastanesine kadar olan parseli iþaret edip, ‘þurayý da sen alýver” dediðini hep aktarýrdý. Babam da, Uz’un parasýna göz diktiðini, kimsenin talip olmadýðý berbat bir yeri kendisine gayet ucuz bir fiyatla da olsa satmaya çalýþtýðýný düþünerek, bu iþten uzak kalmak için epey gayret gösterdiðini gülerek anlatýrdý. Sonra, bu öneriyi dinlemediðinden, parseli almadýðýndan epey piþman olarak, “alsaydým fena olmazdý’ derdi. Þimdi bu öyküyü Ýzmir’i gezdirirken bir zamanlar kendi çocuklarýma anlattýðým gibi, umarým ailemizin müstakbel genç üyelerine de aktarma fýrsatý bulabilirim!