Türk siyasetini hep sað ve sol, muhafazakârlýk ve milliyetçilik gibi parametrelerle açýklýyoruz. Oysa bunlarla beraber teknoloji, kalkýnma ve meslek iliþkileri de çok önemli. Bu açýdan mühendisler ve Mülkiyeliler hattý üzerinden siyasetimizi açýklayabiliriz. Çünkü Türkiye'nin modernleþmesi ile beraber bu iki meslek ve eðitim grubu çok önemli rollere sahip olmuþtur. Hala da devam ediyor bu rolleri.
II. Abdülhamit'in modernleþmesi ile beraber birçok okul açýldý. Burada yeni memurlar ve meslek erbaplarý yetiþti. Harbiye, týbbiye, mülkiye, mühendishane, ziraat ve baytar mektebi, kýz darülfünunu... Cumhuriyet modernleþmesiyle bunlar kýsmen devam etti. Ulema tasfiye edildi, memurlar da sivil ve askeri bürokrasi olarak öne çýktý. Mülkiye devlet yönetiminde belirleyici oldu. Okul ve ekol olarak Ankara Siyasal olarak devam etti. Ana siyasi motivasyonlarý, "kurtuluþ" düþüncesi dayanýyordu. Onlar her zaman devleti kurtarmak amacýyla hareket halindeydiler. Bu açýdan da devlet kudreti en önemli araçtý. Halk ise ikincil ve pasif bir unsurdu. Devlet kudreti, topladýðý vergiler ve yetiþtirdiði memurlarla KÝT'ler üzerinden ekonomik kurtuluþu saðlayacak ve devlet okullarý ile de kültürel kurtuluþ gerçekleþecekti.
Mülkiyeliler siyaseti ideoloji ve ütopya ile iç içeydi. Çaðdaþ uygarlýk düzeyine ulaþmak emeli hakimdi. Ýnönü gibi siyasette yer alan askerler de mülkiye ruhuna sahipti. On iki yaþlarýndan itibaren devlet okullarýnda bu ruhla yetiþmiþlerdi. Halkla gündelik iliþkileri sýnýrlýydý. Halk çocuklarý içinden gelip, yatýlý devlet okullarýndan geçip ve Ankara Siyasalda okuyanlar da zamanla bu "memurlar habitusuna" dahil oluyordu.
Mühendislik çok farklýydý. 1950'ler sonrasýnda ÝTÜ ile beraber daha da geliþti. Devleti ve toplumu yönetmek bir "kalkýnma" meselesiydi onlar için. Demirel, daha DP döneminde Anadolu'da suyun hayati önemini görmüþ ve hemen barajlar, kanallar ve göletler için koþup durmuþtu. Halkýn diliyle konuþuyordu. ÝTÜ'den yetiþmiþti. Erbakan da ÝTÜ'den mezundu, Özal da. Erbakan, kalkýnma için baraj yerine sanayi dedi. Özal ise elektronik ve otoban. Mühendislik, sert ideolojilerden öte somut ekonomik atýlýmlarla geliþmeye çalýþýyorlardý.
Mühendislik siyaseti halkla, þantiyelerle, yol ve köprülerle, fabrika ve barajlarla beraber yapýlýyordu. Türkiye zaten kurtulmuþtu. Þimdi kalkýnma zamanýydý. Hepsi de demokrasiyi þöyle ya da böyle önemsiyordu. Çünkü kudretlerini halktan almak istiyorlardý. Halk seferber edilerek kalkýnmada ilerleme saðlanabilirdi. Devlet ofislerinde ve Ankara'da oturmakla yetinmiyorlardý.
Þimdi mühendisler yeni bir aþamaya ulaþýyor. Yine muhafazakâr siyasetle paralel bir þekilde yürüyor. Sanki Erdoðan siyaseti Demirel, Özal ve Erbakan sentezine dayanýyor. Erdoðan da daha büyük köprüler, daha büyük otobanlar, daha büyük hastaneler inþa ediyor. Kaan uçaðýnýn yapýlmasý da bunun finalini sembolize eden bir teþebbüs. Düne kadar Türkiye bir dron için bile ABD ve Ýsrail kapýlarýnda dolaþýrken bugün çok geliþmiþ bir teknolojiyle ve yeni bir konseptle uçak yapýyor. Mühendislik siyaseti muhafazakârlýk ve milliyetçilikle sentezlenerek yürüyor. Nitekim uçaðýn ismi Türklerde en yetkin devlet otoritesini temsil eden KAAN ismiyle anýlýyor. Daha öncede Kýzýlelma adýyla anýlan makineler yapýldý. Uzaya giden ilk astronotumuz etrafýndaki söylemler ve umutlar da buna eþlik etti. Teknolojik milliyetçilik ve teknolojik muhafazakârlýk el ele veriyor.
Yüzyýl önce Ziya Gökalp de Mehmet Akif de Batýnýn bilim ve teknolojisini alalým, ancak ahlak, lisan, inanç ve kültür de ise kendimiz olarak kalalým diyorlardý. Bugün yaþanan teknolojik milliyetçilik ve teknolojik muhafazakârlýk da yüzyýl önceki bu öngörülerin sonuçlarý. Teknolojik ve bilimsel modernleþme Gökalp-Akif teziyle artýk tamamlanmak üzere.