Kabahat samur kürk olmuş...


Tartışmaları yanlış yönlere sürüklemede üstümüze yok. Ahmet Kaya konusu da sonunda bir faturayı yanlış adrese çıkarma ameliyesine dönüştü. Esas suçlanması gerekenlerin esamesi okunmuyor, buna karşılık konu mankeni olmaktan öte bir değeri bulunmayanlar vicdan azabı çekmek zorunda bırakılıyor.


Malum gecenin karmaşasında “Kürtçe albüm hazırlamayı düşünüyorum” diyen sanatçıya çatal-bıçak attığı, sahneye çıkıp herkesle birlikte ‘Memleketim’ şarkısı söylediği bilinen genç bir şarkıcı “Kendimden tiksiniyorum” noktasına getirildi. ‘Memleketim’ korosuna katılanlar da ne yapacaklarını bilemez halde, kabahati birbirinin sırtına atıyor...


Oysa öyle bir ortamda onların durumunda olanların başka türlü davranması hayli zordur. Yaptıkları kabahat midir? Evet, ama işte o kadar... Bugünden geriye dönüp fotoğraf karesine giren herkesin ‘suçlu’ ilân edilmesi yanlıştır.


‘Suçlu’ arayanların ‘Kürtçe albüm’ naif dileğine o gece verilen türden tepkilere yol açan kirli atmosferin kimler eliyle oluştuğuna bakmaları gerekir...


Hangi siyasiler? Hangi meydan hatipleri? Hangi gazetelerin yönetmenleri? Kalemlerinden kan damlayan hangi yazarlar? O yayınlar pek kendiliğinden olmuşa benzemiyor, muhtemelen bir yerlerin medyaya yönlendirme amaçlı malzeme taşıması söz konusu; artık kimse o malzemeleri gazetelere ve televizyonlara sağlayanlar, onlar...


Ahmet Kaya’yı gurbet cehennemine göndererek kalbini çatlatacak bir kahra sürükleyenleri onlar arasında aramak ve ‘suçlu’ iseler çekinmeden bunu ilân etmek gerekiyor...


Yoksa artistlerin, söz ve ses sanatçılarının, onları izleyen magazin muhabirlerinin o günlerin zehirli havasında yaptıkları taşkınlık başka bir anlam taşımıyor...


‘Kürt’ sözcüğüne en kıyıcı olumsuz anlamları yükleyenler onlar değil ki... Atılmış manşetlerin, sağda-solda işittikleri yorumların, kendileri gibi ‘pop’ fasilesinden kalemlerin şartlandırdığı insanlar onlar... ‘ayıp ettin gözüm’ ve ‘Vay şerefsiz’ gibi manşetlere, Ahmet Kaya’yı yerin dibine geçiren köşe yazılarına gelene kadar daha nice kahredici yayın yaptı aynı gazeteler ve televizyonlar...


‘Siyaseten doğru’ o gazeteler ile yazarların çizgisi bilindiği ve bu ülkede ‘sanatçı’ sayılabilmek de aynı gazetelerin sayfalarıyla televizyonların ekranlarında arz-ı endam edebilmekten geçtiği için, çatal-bıçak atan, boğazını yırtarcasına ‘anti-Kürt’ olduğunu sandığı şarkılara eşlik edenler kendilerinden bekleneni yapıyordu.


Nitekim, ertesi gün, o gazeteler ile televizyonlardan ‘aferin’lerini aldılar...


Toplum esas suçluların kim/ler olduğunu biliyor; lütfen itham edici parmakları küçük kabahatlilere döndürerek konuyu saptırmayalım.


‘Esas suçlu’ bildiklerimiz için sığınılacak tek bir bahane var: Yönlendirilmek... Nitekim, bir tanığa göre, en kahredici yayınları yapan gazetenin yönetmeni, “Tamam, ben genel yayın yönetmeniyim, ama burada her şey benim kontrolümde değil; benim isteğim dışında da atılıyor manşetler” demişsonradan Ahmet Kaya’ya...


Doğru mudur? Bilmiyorum. O günlerin şartlarında olabilir... İlham perisinin, malzemeleri hazırlayan atom karıncanın adresini verirlerse inanırım da... Ancak o noktaya kadar benim gözümde ‘asli suçlu’ onlardır...


Şarkıcıların kendilerini hesaba çekmesine gerek yok; ‘belki Buda temizler’ umuduyla son kapıya gidenlere bıraksınlar o işi...