Her gelişte ağzın burnun dağılmış olarak gidiyorsun ama inatla ve ısrarla gelmeye devam ediyorsun.
Rahatsız mısın?
Rahmetli Özal’a “prens” olabilmek için aşındırmadık kapı bırakmamıştın. Olmuştun da galiba... Yıldızı sönük bir prens... Bir kamu bankasına konuşlandırılmıştın.
Peşinden hortumlamalar, civangateler gelecek, görev yaptığın bankanın müdürü (çok yakın arkadaşındır) “hortumlama” suçundan cezaevini boylayacaktır.
Bir yerlere bir “şey” olmak senin mayanda var.
Hürriyet’e de “liberal” kontenjanından yazar olmuştun.
Eski bankacı, yeni yazar...
Her yerlere yetişme istidadın olacak da, Erdoğan’ı es geçeceksin...
Mümkün mü?
Bir gazetenin genel yayın yönetmenine (bu satırların yazarıdır) aynen şu teklifte bulundun: “Başbakan’la aram bozuk... Başbakan’la aramı yap, size geleyim...”
İlkesizsin, anladık da... Düsturun ve istikametin de yokmuş.
Daha önce kaç kez yazdım...
Liberalsin, liberal çevrelerde itibarın yok.
Roman yazıyorsun, edebiyat çevrelerinde itibarın yok.
Ulusalcılığa dümen kırdın, ulusalcı çevrelerde itibarın yok.
Bir vakitler (“Türkiye Türklerindir” gazetesinin patronundan maaş alırken), “Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” gibilerden tuhaf-ötesi açıklamalar yapıyordun.
Hâlâ öyle mi düşünüyorsun?
Türkiye Türklerde bırakılmayacak kadar önemli bir ülke midir?
Bunu yeni edindiğin “ulusalcı” kimliğinle nasıl telif ediyorsun?
Bir aralar da, Amerika’nın Irak’ı işgalini destekliyordun... Amerika’nın işgal politikalarına destek veren bir ulusalcı... Ne tuhaf!
Seninle vakit kaybedecek değilim. Buna isteğim de yok, enerjim de yok...
Şu soruya cevap ver, kâfi: “TMSF’nin el koyduğu bir televizyon kanalında yüksek telif karşılığı program yaptığın bilgisini okurlarından neden gizledin? O sıra kimin yandaşlığını yapıyordun?”
Cevap ver ki, muhatap alayım seni.
Balyoz’dur, Ergenekon’dur, Çetin Doğan’ın mağduriyetidir, işin başından başlayarak konuşalım.
Paralel örgüt soruşturması çerçevesinde gözaltına alınıp salıverilen bir polis şefi, uzatılan mikrofona şunları söylüyordu: “Tam, İran’a çalışan kılcallardaki casusları yakalıyorduk ki, başımıza bu iş geldi.”
Kılcallardaki casuslardan murat, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, kimi bakanlar ve milletvekilleri...
Hatta Başbakan...
Buna inanıyorlar.
Paralel örgüt soruşturması, demek ki, İran’ın patronajında yürüyor.
Bu durumda, “Dönemin Başbakanı” olarak tavsif edilen Erdoğan da İran’a hizmet ediyor. (İran’a mı hizmet ediyor? İran karşıtı IŞİD’e mi hizmet ediyor? Bir karar verin artık!)
Buna inanmalarına bir şey demem... Hakan Fidan’ın İran’a çalıştığı bilgisinin “yerli” bir bilgi olmadığı Sağır Sultan’ın bile malumu.
Bu polis şefleri casus avına çok meraklı...
İzmir’de, bir batında 400 casus yakalamışlardı.
Bunun bir de İstanbul ayağı var...
Koskoca Amerika ve İngiltere tarihinde (soğuk savaşın hüküm sürdüğü o netameli ve çalkantılı dönemde) yakalanan casus sayısı 12... Yazıyla on iki... (Bu rakama, ünlü “Cambridge Beşlisi” de
dâhil...)
Bizim yetenekli polislerimiz, bir “bakışta” 400 casusu teşhis ediyor ve içeri tıkıyor,
Çok şanslıyız!