Kabataş ve insanlıktan düşüş

Kabataş’ta yaşanan darp ve taciz olayına daha doğrusu olay anına ait olduğu iddia edilen görüntülerin ortaya çıkartılmasıyla Türkiye, genç bir annenin isminin, yaşadıklarının ve duygularının üzerinden bir kez daha çok sert bir tartışmaya girdi.

Olay, çevre duyarlılığıyla başlayan masumane bir tepkiselliğin ülke tarihinde benzeri görülmemiş bir provokasyonla tüm Türkiye’ye yayıldığı Gezi günlerinde yaşandığı için siyasi bağlamda konuşulması kaçınılmaz. Ama unutulmamalı ki olayın merkezinde bir insan var. Bu olayın mağduru! Hakarete uğrayan, darp edilen, taciz edilen ve yanındaki 6 aylık bebeği hırpalanmış bir anne o!

Olaydan 5 gün sonra alınan adli tıp raporunda kendisindeki ve bebeğindeki darp izleri hafiflemiş de olsa belgelenmiş. Görüştüğü üç kadın gazeteci Elif Çakır, Balçiçek İlter ve Halime Kökce mağdurun yaşadığı travmaya da, fiziki hasara da şahitlik etmiş.

Lakin o günlerde olduğu gibi bugün de sırf bir siyasi partiye muhalefet etmek için hakikati deforme etmekte, toplumsal barışı zedelemekte beis görmeyenler, şimdi de manidar bir zamanlamayla ortaya çıkarılan görüntülerde olay görünmüyor diye mağdurun beyanını, darp raporunu çöpe atmakta, gazetecileri linçe kalkışmakta.

Üstelik bunu “tacize uğrayan kadının beyanı esastır” gibi evrensel bir kabule rağmen yapmakta. Hatta bu genel kaide Türkiye’de de hem hukuki hem zihinsel olarak kabul görsün diye çabalamış, kadın hakları konusunda kariyer yapmış kadınlar dahi yapmakta!

Sanki bir kadının benliğine ve bedenine yönelen kötülüğü anlatması kolaymış gibi yapıyorlar. Anlatmakla olayı atlatması kolaylaşmayabileceği gibi bilakis onu dinleyenlerin hoyratlığına bağlı olarak durumun daha da zorlaşacağını, kalıcılaşacağını bile bile bunu yapıyorlar!

Bunun bir çifte standart olduğunu bilmelerine rağmen yapıyorlar çünkü mağdurun başı örtülü ve kayınpederi AK Parti’li bir belediye başkanı. Çünkü zan altında kaldığını düşündükleri, bir bütün olarak kutsallık atfettikleri Gezi kitlesi. Çünkü şu an siyasi konjonktür evrensel kaideleri ifade etmek için uygun değil.

Siyasi ideolojik saplantıları vicdanlarını zehirlemiş. O yüzden bir kadın yazar kalkmış 28 Şubat’ın figüranıyla karşılaştırıyor Kabataş mağdurunu. Bir başka frankofon yazar, insana ait en önemli iki vasıftan, insaftan ve ar duygusundan yoksun olarak olayın cinsel bir fanteziden ibaret olduğundan bahsedebiliyor. Darbe dönemlerinin değişmez amiral gemisi üzerine düşeni yapıyor ve olay görüntülerini izleyen tek gazetecinin siciline çok fena işleyen gönüllü yalancı şahitliğinden manşet kuruyor. Biraz insaflı olmaya çalışanlar mağdur loğusa hastası diyor. Özetle herkes çok emin, yok böyle bir şey.

9 aydır onca çabaya rağmen ulaşılamayan görüntünün seçimlere kırk gün kala, yeni vesayetçi paralel yapıyla eski vesayetçilerin açıktan iş tuttuğu şu günlerde, şüpheli bir akışla ortaya çıkarılmasına anlam yüklemiyor kimse ama. Cemaat medyasının nasıl çark ettiğinin de önemi yok. Bir mağdurun çiğnenen onuru üzerinden bu defa sonuç alabilecekleri bir vasat olarak görüyorlar çünkü bunu. 

Ben, darp ve tacizi görünür şekilde kaydeden görüntüler de olduğuna ve vaktin birinde mutlaka ortaya çıkacağına inanıyorum. Çıktığında kamuoyunun izlemesinde değil izlememesinde fayda görürüm ama. Mahkeme heyetinin görmesi kafidir. Lakin o vakte kadar ve her durumda mağdurun beyanı esastır. Kaldı ki bize gösterilen görüntülerde, kalabalığın duraksadığı o 20-30 saniyede bile mağdurun anlattığı her şeyin yaşanmış olabileceğini düşünürüm. Başörtüsünü çekiştirme, tekmeleme, hakaretler ve diğer aşağılık şeyler... İnsanlıktan düşmek için yeterli bir süre.

Söylemezsem çatlarım

Kabataş olayını konuşurken yapılan en büyük yanlış mağdurun yaşadıklarıyla Gezi olaylarında hayatını kaybedenlerin kıyaslanması hatta aralarında illiyet bağı kurulması. Ülke olarak zor şeyler yaşadık. Bu günler geçecek. Yeter ki acı yarıştırmayalım. Unutmayalım, darp edilen anne de bizim, olaylarda canı yanan, hayatını kaybeden gençler de.