Kaç ölü işinizi görür?

PKK’lı hükümlü ve tutuklular, 12 Eylül’de “ölüm orucuna” başladılar.

Devletten bazı istekleri var:

Kürtçe savunma hakkının tanınmasını, anadilde eğitime imkân verilmesini, Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılmasını ve cezaevi koşullarının iyileştirilmesini istiyorlar.

Bu talepleri karşılanmazsa, ölecekler...

Bir insanın göz göre göre ölümü seçmesi, evet, insanda hüzünle karışık bir saygı uyandırıyor...

Evet, insanlar ölmesin...

Evet, devlet gerekli duyarlığı göstersin.

Evet, bir “vicdan hareketi” başlasın... Bekaroğlu’lar, Livaneli’ler yeniden yollara düşsün.

Hepsine fitiz ve destekliyoruz.

İyi de, ölümün bir “eylem biçimi” olarak seçilmesini ve bunun dayatılmasını eleştirmeyecek miyiz?

Bu eylemi “emirle” başlatan örgüte ve destek veren BDP’ye, “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Politik taleplerinizin karşılanması için, zaten hürriyetinden yoksun bırakılmış insanlardan ölmelerini istemek nasıl bir vicdandır, nasıl bir ahlaktır?” diye sormayacak mıyız?

F tipi cezaevlerine karşı 90’lı yıllarda başlatılan ölüm oruçları, çok tatsız görüntüler bırakmıştı arkasından. Ve, “cezaevi baskınları” sürecine elvermişti.

Hükümlü ve tutuklular, bir tek şey, sadece bir tek şey istiyorlardı:

Cezaevi koşullarının iyileştirilmesi...

Bu istek kanla bastırıldı.

Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve Cezaevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun gerekli duyarlığı göstermediler. Büyük basın sustu. Sivil toplum örgütleri kulağının üstüne yatmayı tercih etti. Başlatılan “vicdan hareketi”, başlatıldığıyla kaldı.

Hassasiyet gösteren üç beş yazar da (aralarında bu satırların yazarı da bulunuyordu), mahkeme tehdidiyle susturuldu.

Benzeri bir vicdan hareketi, PKK tutukluları için de başlatılamaz mı?

Bekaroğlu’lar, Livaneli’ler yeniden yollara düşemez mi?

Köşe yazarları, içinde “vicdan” geçen yazılar yazamaz mı?

Hepsini konuşalım ve “ne yapılabilir?” sorusunu, bütün boyutlarıyla masaya yatıralım.

Hepsini konuşalım da, müsaade ederseniz, bazı sorular da soralım:

BİR: “Ölüm orucu” bir eylem biçimi olabilir mi? Hangi örgüt, hangi mekanizma, hangi konsorsiyum, insanlardan “hayattan vazgeçmelerini” isteyebilir ve bunu meşru bir “siyaset yöntemi” olarak dayatabilir? Bizden gerekli hassasiyeti göstermemizi isteyen vicdan sahipleri, yoksul ve fukara Kürt gençlerini ölüme sürükleyen bu mekanizmayı neden sorgulamaz?

İKİ: Tutuklu ve hükümlüler, haklı olarak cezaevi koşullarının iyileştirilmesini istiyor. Bu, dünyanın her yerinde meşru ve “dikkate alınması” gereken bir taleptir. İyi de, “anadilde eğitim” ne zamandan beri, bir tutuklu ve hükümlü talebi olmaya başladı? “Anadilde eğitim” konusunda ifade kıtlığı mı var ve talep sahipleri meramlarını anlatacak mecra mı bulamıyorlar ki, bir de insanlardan “ölmeleri”isteniyor? Anadilde eğitimi ben de destekliyorum ve işte burada ilan ediyorum. Bunu ölmeden de yapabiliyorum.

ÜÇ: “Vicdan sahibi” olduğunu söyleyen yazarlar, “Devlet ölüm oruçlarını durdursun” diyor... Neden aynı adamlar çıkıp, “Ölüm orucunu PKK başlattı... Bunu bitirecek olan da PKK’dır” demiyor?

DÖRT: Ölüm orucunu destekleyen BDP’liler, kendileri de bu “eyleme” katılmak ve ölmek suretiyle, daha büyük bir sinerji oluşturamazlar mı? Neden hep yoksul Kürt çocukları ölüyor? Daha kaç insan ölecek? Kaç ölü işinizi görür?