Dünyanýn bazý yerlerinde insanlar yaþadýklarý yerlerde gördükleri zulümden, fakirlik ve çaresizlikten ülkelerini terk edip kendilerini “insan kaçakçýlýðý” yapan kiþilere teslim etmek zorunda kalýyorlar. Ýnsanlarýn elinde avucunda ne varsa alan “simsarlar”, onlarý bir gemiye doldurup denizlere býrakýyorlar.
Bu gemilere binenler en yakýn “refah” ülkesine varma umudu taþýsalar da vardýklarýnda kendilerini bekleyen yaþamýn da matah olmadýðýný biliyorlar. Buna raðmen balýk istifi misali taþýnacaklarý, aç susuz kalacaklarý gemilere bindiklerine göre ülkelerinde kalmalarýnýn riski çok daha büyük.
Bu insanlýk dramýnýn içinden nasýl çýkýlacaðýna dair fazla ipucu bulunmuyor. Çözüm esasen köken ülke koþullarýnýn düzeltilmesiyle ilgili. Ýnsanlarýn ülkelerini terk etmek zorunda kalmamalarýnýn saðlanmasý gerekiyor. Ancak bu beklenti, ne yazýk ki “çiçekler ölmesin, balinalar yaþasýn” türünden bir dilekten öteye gitmiyor.
Göç veren ülkelerin hemen hepsi otoriter yönetimlere sahip. Göç yoluyla kollamak zorunda kalacaklarý insanlardan kurtulmuþ oluyorlar. Sorunun köken ülke açýsýndan çözümü demek, o ülkelerde rejimin deðiþmesi demek. Tam da bu nedenle hýzlý çözümler üretmek imkansýz gibi.
Denizde býrakýlanlar
Hal böyle olunca çözüm konusunda gözler göçmenlerin ulaþmasý muhtemel olan ülkelere dönüyor. Kaçakçýlar göçmenleri hiçbir ülkenin istemediðini bildiðinden, insanlarý açýk denizde býrakýp onlarýn herhangi bir ülkenin karasularýna sürüklenmesini bekliyorlar.
Ülkeler kendi karasularýna bu tür tekneler girdiðinde, “mülteci-göçmen” iþlemi yapmak durumundalar. Yani bir biçimde bu insanlarla ilgilenmek, masraf yapmak, hatta sosyal ve siyasal çözümler üretmek zorundalar. Dolayýsýyla, hiçbir ülke kaçak teknelerin karasularýna girmesini istemiyor. Sürüklenen gemileri baþka gemilerle açýk denize itiyorlar, bazen silahlý güçlerce tehdit edip sürüyorlar. Bazen de “komþu” devletin karasularýna yönlendiriyorlar.
Bu aþamada kaçak göçmen meselesi, komþu devletler ya da rakip devletler arasýnda yeni bir siyasi mücadele aracýna dönüþüyor. Bu arada binlerce kiþi denizin ortasýnda verilecek karalarý bekleyerek ölüyorlar.
Sorun, yýllardýr AB’nin gündemindeydi; en son aralarýnda Arakan Müslümanlarýnýn da bulunduðu Myanmar ve Bangladeþli 7000 kadar göçmenin günlerce denizde kalmalarýyla Tayland, Endonezya ve Malezya’nýn da gündemine girdi.
Ýki örnek
Ýki tarafýn bulduðu çözüm yolu birbirine benziyor, ancak sonuçlarý farklý. Malezya, Endonezya ve Tayland, göçmenleri paylaþarak topraklarýna alacaklar, bir yýl uluslararasý destek de alarak bunlarý barýndýracak, sonra da ülkelerine geri gönderecek.
Þimdilik ölümden kurtarýlan bu insanlarýn bir yýl sonraki akýbetleri bilinemiyor. Ancak muhtemelen uluslararasý baskýya boyun eðen bu ülkeler kalýcý bir uluslararasý mevzuat oluþmasý için BM’de çalýþmalar baþlatacaklar.
AB ise uluslararasý bir mevzuat oluþmadan kendi mevzuatýný oluþturuyor. Aldýklarý ilk karar, AB kýyýlarýna yanaþan tekneleri, uyarýlara raðmen ilerlemeleri halinde açýk denizde vurmak. Ortaçað’da þato surlarýna yaklaþan yabancýlarý vurduklarý gibi.
Ýkinci adým ise tüm engellere raðmen AB’ye ulaþanlar için yapýlacaklarla ilgili. AB ülkeleri “her üye coðrafi büyüklüðü ve nüfusu oranýnda tüm göçmenleri paylaþsýn” tezini tartýþýyor. Bu, Ýtalya ya da Yunanistan’dan girenin Almanya’ya gönderileceði anlamýna gelir. Avusturya ve Ýtalya baþta olmak üzere AB’nin küçük ülkeleri bu tezi desteklerken diðerleri þiddetle karþý çýkýyor.
Görüldüðü üzere, kaçak göç bazý ülkeleri iþbirliðine yönlendirirken bazýlarýný birbirine düþüren bir siyasi manivela iþlevi görüyor.