Bir toplumun kadına bakış açısı ve kadın-erkek eşitliği kadınların istihdam ve çalışma hayatında kendilerine yer bulabilmeleri açısından çok önemlidir. Çalışma hakkının bir ülkede yaşayan tüm vatandaşlara ve yabancılara, yaş, ırk, dil, din ve cinsiyet farkı gözetmeksizin tanınması evrensel bir kuraldır. Yabancılar, kadınlar, küçükler ve gençler için getirilen özel hükümler istisnai niteliktedir.
Dünya Kalkınma Raporu’na (2012) göre, toplumsal cinsiyet eşitliğinin aynı zamanda bir kalkınma aracı olarak da önemli olduğu görülmektedir. Kadınların eğitime, ekonomik fırsatlara ve istihdama erkeklerle aynı düzeyde erişebilmesinin sağlanması, diğer bir deyişle ayrımcılığın ortadan kaldırılması ile birlikte toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanabilir.
Günümüzde kadınların iş hayatında ayrımcılığa uğramaması ve kadının işgücüne katılım oranının artması ekonomik kalkınma ve gelişmişlik açısından en önemli göstergelerden birisidir.
Diğer bir deyişle, kadınların işgücüne katılma oranının yüksek olması tüm ekonomiler ve ülkeler açısından arzu edilen bir durumdur. Özellikle gelişmiş ülkelere bakıldığında kadınların işgücüne katılma oranının çok yüksek, geleneksel yaşam kurallarının etkin olduğu veya az gelişmiş yada gelişmekte olan ülkelerde ise kadınların işgücüne katılma oranının çok daha düşük olduğu görülmektedir.
Türkiye açısından bakıldığında bu oranın istenen seviyede olmadığı görülmektedir.
Bunun içindir ki son yıllarda kadınların istihdamını sağlamaya yönelik politikalar geliştirilmekte kadın istihdamını artırmaya yönelik teşvikler uygulanmaktadır.
Özellikle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile birleştirilerek “Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” kurulması ve bakanlık görevine Cumhurbaşkanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın, ekonomi, toplumsal cinsiyet, demografi, iş gücü gibi istihdamı doğrudan ilgilendiren birçok çalışması olan Sn. Zehra Zümrüt Selçuk’u getirmesiyle birlikte çalışma hayatında kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığın artacağına ve kadınların işgücüne katılımında da ciddi ilerlemeler sağlanacağına inanıyorum.
Kadını işgücü piyasasının dışına iten nedenlerin başında medeni durum, eğitim, ailede bilhassa 0-5 yaş grubunda çocukların varlığı, kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik hukuki düzenlemelerin yetersizliği ve kırsal alandan kente göç gibi sebepler sayılabilmektedir.
Türkiye’de kadınlar özellikle 1950’lerden sonra kırdan kente yönelik göçün beraberinde getirdiği kentleşme sonucunda işgücü piyasası içinde yer almaya başlamıştır. Ancak, zaman içinde kadınların işgücü piyasasındaki konumları ve çalışma biçimleri de değişime uğramıştır.
1980’de çalışma yaşındaki kadınların yüzde 48,3’ünün işgücüne katıldığı Türkiyede zman içerisinde kadınların işgücüne katılımında ilerleme sağlanamıştır. 2016 yılında OECD üyesi ülkeler arasında, kadının işgücüne katılım oranının en düşük olduğu ülke yüzde 31,1 ile Türkiye, en yüksek olduğu ülke de yüzde 83,6 ile İzlanda olmuştur.
2016 yılında 35 OECD üyesi ülkedeki kadın istihdam oranı ortalama yüzde 59,3’tür.
Yine 2016 yılında Avrupa Birliği’nin 28 ülkesinde kadının işgücüne katılım oranı ise ortalama yüzde 61,3 düzeyindedir.
OECD verilerine göre Avrupa Birliği’nde 2016 yılında kadının işgücüne katılım oranının en yüksek olduğu ülke ise yüzde 74,8 ile İsveç, en düşük olduğu ülke ise yüzde 43,3 ile Yunanistan’dır.
TÜİK: İşgücü İstatistikleri 2017 Eylül dönemi verilerine göre, erkeklerin işgücüne katılım oranları yüzde 73,1 iken; kadınlarda bu oranın henüz yüzde 34,5’e yükseldiği görülmektedir.
Her ne kadar 2014-2023 Ulusal İstihdam Stratejisinde, “Kadınların işgücüne katılma oranı 2023 yılına kadar yüzde 41 düzeyine çıkarmak” temel hedeflerden biri sayılsa da, hedeflenen kadınların işgücüne katılma oranları, diğer ülkelerin günümüzdeki değerlerinin dahi oldukça gerisinde kalmaktadır.
Okuryazar olmayan kadınlarda işgücüne katılma oranları 2004’de yüzde 30,1 iken 2016 yılında yüzde 16,1’e düşmüştür. Kadınlar işgücü piyasasında varlık kazandıkça, çocuk, yaşlı ve engelli bakım talebi artmaktadır.
Günümüzde kadının eğitim düzeyinin artmasıyla birlikte çalışma hayatında daha fazla yer bulabildikleri görülmektedir. Ancak kadınların işgücüne katılımındaki artış ve yönetici olarak görev almaları sayısal olarak yeterli oranda değildir.
Kadının işgücüne ve istihdama katılım oranının artmasıyla birlikte, çalışan kadınların ücret geliri elde ederek ekonomik bağımsızlığını kazanmalarının yanı sıra, sosyal güvenlik hukukundan doğan haklara da kavuşmaktadır. Sigortasız çalıştırılan kadın sayısı erkeklere kıyasla daha yüksektir. Yaklaşık dört çalışan kadından birinin herhangi bir sosyal güvencesi bulunmamaktadır. Bu da dikkate alınması ve düzeltilmesi gereken önemli bir eksikliktir.
Umarız “Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın”, merkezine aileyi alarak çalışma hayatı ile sosyal politikalarla kadınların işgücüne aktif katılımının artırılmasına ve cinsiyet ayrımcılığının önlenmesine ciddi katkıları olur.