Kadına şiddet insanlığa ihanettir!

Bir 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü daha geride bıraktık, şükür.  Bir sonraki 8 Mart’a kadar “kadınlar çiçektir” düzeyinde hamaset yapanlara, kadın sorunlarını konuşmak için ajandasında sadece 8 Mart’ı işaretlemiş olanlara, günü fırsat bilip kadınların zaafları üzerinden ticaret ya da kaba siyaset yapanlara katlanmak zorunda kalmayacağız yani.

Tehlike şimdilik geçti, ama dağılmayın.

Şu meseleyi bir de 8 Mart dolayısıyla konuşalım.

Evet, kadına yönelik şiddet, toplumsal şiddetin bir parçası ve kadın sorunları içinde de en dayanılmazı, en can yakanı, en tahripkârı.

Rakamlar korkunç.

Geçen yıl bu nedenle hayatını kaybeden kadın sayısı 294.

Bu yıl iki ayda sayı 60’ı buldu.

Bir insanın varlığına, benliğine, bedenine yönelen her türlü şiddet laneti gerektirirken, o şiddetin bir insanın hayatına mal olması karşısında söylenecek söz yok gerçekten.

Ama oluyor. Allah’ın her günü, sadece bu ülkede değil, dünyanın gelişmiş ülkeleri dahil her yerinde kadınlar fiziki, manevi, cinsel şiddete maruz kalıyor ve bazıları hayatını kaybediyor. Bir rakama dönüşüyor ve istatistik biliminin ilgi alanına giriyor!

Bir insanı rakama dönüştüren gerçekliğe de ayrıca lanet olsun!

Kesinlikle seferberlik gerek!

TBMM’deki partiler ortak bir çabayla hem AB uyum yasaları çerçevesinde, hem özel olarak ilgili mevzuatta kadına yönelen şiddeti ve ayrımcılığı önlemek için düzenlemeler yaptı. Eski adıyla Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık, zihniyet değişimini hızlandırmak için TSK ve Diyanet’le, bakanlıklar ve meslek örgütleriyle işbirliklerine gitti, seminerler düzenledi.

Kadın dernekleri başta olmak üzere sivil toplum ve medya hareketlendi. Herkes kendine şöyle bir çeki düzen verdi, kampanyalar düzenledi.

Aslında epey iş yapıldı.

Lakin sonuç -henüz değişmedi.

Gazetelerin üçüncü sayfaları hala, kurban kadın genç ve güzelse, hikâye de çarpıcıysa, daha geniş aktarımlarla; şiddet kurbanı haber değeri açısından pek ‘cazip’ bulunmamışsa iki sütuna sıkıştırılmış haberlerle dolu.

Başbakan Davutoğlu, AK Parti hükümetlerinin kadına yönelik şiddetle mücadele için hazırladığı altı ayaklı ikinci büyük eylem planını açıkladı 8 Mart günü. Bir tür seferberlik ilan etti. Ki yaşanan ölümcül durum, bu tanımlamayı kesinlikle gerektiriyor.

Erdoğan: Benim meselem!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meseleyi özel takibine aldığını ilan etmesi ise bilhassa önemli.

Önemli çünkü Erdoğan’ın, sigara, üç çocuk, Kürt meselesi, paralel yapıyla mücadele gibi özel ilgilendiği meselelerde çok daha kolay mesafe alındığı tartışmasız şekilde ortada.

Toplumsal algıların değiştirilmesi, endişelerin yanlışların giderilmesi ve bir fikrin toplumda daha çabuk mayalanması gibi bir politik beceriye sahip olduğu da aşikar Cumhurbaşkanı’nın. Başbakanlığı döneminde mevzuat ve zihniyet değişiminde aldığı rolü şimdi devlet başkanı sıfatıyla sürdürmesi ve bunu özel olarak takip ettiği -”taktığı” da denebilir- bir mesele haline getirmesi kadına yönelik şiddetin önlenmesinde azımsanmaması gereken bir gelişme bence.

Çözüm kamplar üstü

Öte yandan kadına şiddeti dinle, gelenekle, bir partinin siyasetiyle bağdaştırmaya sınırlamaya kalkmak çözümün önündeki en önemli engellerden biri halihazırda.

Ne yazık ki çözüm için yola çıkanların bir süre sonra sorunun parçası haline dönüşmesi gibi bir talihsizliği bu konuda da yaşıyoruz.

Şimdiye değin kadın sorunlarını dillendirme ve literatür oluşturma konusunda önemli katkıları olan kadın derneklerinin, çözümün sadece kendi formüllerinde saklı olduğunu iddia etmesi ve yapılan doğru işleri siyasi kamp refleksiyle yok sayması da lüzumsuz bir gerilime neden oluyor.

Halbuki ne boşa harcanacak zamanımız var bu işte, ne enerjimiz.

Mesele de izin vermiyor ayrıca buna. Her sınıftan, her bölgeden, her siyasi ideolojik çevreden kadın benzer bir şiddete ve istismara maruz kalıyor çünkü.

Kadınları bir de ataerkil kültürle oryantalist feminizm arasına sıkıştırmanın hiç gereği yok. Sömürgeci yaklaşım hangi toplumsal sorunda sonuç verdi ki beyaz kadın seçkinciliğiyle çözebilelim bu mevzuu da?