Kadınlar Günü’nde bir anneye mektup

Kadınlar günün kutlu olsun anne. Sana çiçek alamadım, hiç değilse bu yıl, ablamın İstanbul’dan sürpriz yaparak gönderdiği çiçeklerin ortağı say beni.

Odamın dışına adım atabilsem, şu tekerlekli sandalyeyi bir kenara atıp, dışarıya salabilsem kendimi, emin ol anneciğim sana daha güzel çiçekler alırdım.

Seninle birlikte uyuduğumuz yatağın etrafını kırmızı güller, çiçekler ve kısa sürmüş bir kışın müjdecisi gibi açmış papatya demetleriyle doldururdum.

Hatırlar mısın en çok sevdiğim şeydi.. Seninle, sana sarılarak, kokunu nefesini içime çekerek uyumak.

***

Sen ve babam kendi odamda uyumam için ısrar eder, ikna etmeye çalışırdınız. Ama benim inadım inattı hep.  Bütün ısrarlı davranışlarınıza rağmen, bir yolunu bulur seninle uyurdum. Karnımın ağrıdığını söylerdim mesela. İnanırdınız veya inanmış görünürdünüz bu bahaneye.. Uydurduğum bütün bahanelere gülüp geçtiğiniz gibi, buna da güler geçerdiniz. Ama seninle uyuyabilmek  için uydurduğum bahaneler hiç boşa gitmez, işe yarardı doğrusu.

Seninle uyuduğum geceleri çok özledim anne. Biliyorum, seninle uyumam şimdi mümkün değil. Üstelik ben eski neşemi de kaybettim. Bahaneler uydurup seni ve babamı kandıramıyorum artık.

Neşeli hallerim yok şimdi. Siz bana geçmiş eski fotoğraflarımı, neşeli hallerimi gösterdikçe, kafamın bir yerinde şimşekler çakıyor sanki. Uzun sürmüş bir uykudan uyanır gibi oluyorum.

Sonra yedi ay önce beni sizden koparan o günlerin başlangıcında  ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum.

Beni sizden çekip aldı bir şey. Ama ne, tam olarak bilemiyorum.

Yanıbaşımda durarak yaptığınız ve en çok da beni konuştuğunuz sohbetleri artık anlamaya başladım. Buna siz ilerleme diyorsunuz. Sağlık durumumu soran herkese biraz ilerleme olduğundan söz ediyorsunuz. 

Bu ilerlemeler devam edecek mi, eski günlere sizinle beraber dönebilecek miyim, yoksa bir gün tekrar başa mı döneceğiz, inan sevgili anneciğim bilmek isterdim, bütün bunları.

***

Bazen, seninle göz göze gelme isteği dolduruyor içimi. Dalıp bakıyorsun bana. Gözlerin nemleniyor önce, sonra da, kendini tutamıyor ve ağlamaya başlıyorsun.

Sanki odamın içinde ve benimle beraber değilmişsin gibi bir duyguya kapıldığını görüyorum. Yanındayım, ellerimi tutuyorsun, avuçlarımı okşuyorsun pamuk yumuşaklığındaki ellerinle.. Ama bütün bunlar beni sana yaklaştırmaya, senin bir parçan olmaya kafi gelmiyor.

Sen eski günlerimizi özlüyorsun anne.

Umutsuzluğun umuda karışıp gittiği anlarda, sen ve ben odamda beraberken, Tanrı duysun diye belki, sık sık ‘Eski oğlumu istiyorum ben’ diyor ve benim hissetmemi istemediğin kendi hüznünle baş başa kalıyorsun.

Eski oğlunu, birdenbire ruhu bedeni değişen oğlunu koklamak istiyor, nefesinle ona eski ruhunu ve eski bedenini aktarabileceğini sanıyorsun.

***

Odamdaki eşyaları değiştirdin, her şeyin yenisini aldın. Elbise dolabım, beni ziyarete gelenlerin aldığı ama anlayabileceğini düşünerek söylemek isterim ki, bir gün onları da giyerek eskitebileceğimden emin olamadığım, birbirinden güzel elbiselerle dolup taştı.

Arada bir çıkarıp gösteriyorsun. Gömlekler, kazaklar, yumuşacık pijamalar.. Çok sevdiğim kravatların yanında asılı duruyorlar.

Yeni gardrobumun bir bölümü bana ayrılmış tıbbi malzemelerle dolu.. Sen bu malzemelerden kullanmak için, sürgülü dolabımın kapağını sağa-sola çekip açtığında, gözlerim, uzun zamandır giyemediğim takım elbiselerime ve kravatlarıma takılıp kalıyor.

Takım elbise giymeyi, kravat takmayı özlemedim dersem, yalan olur anneciğim.

Unutmadan söyleyeyim de içimde kalmasın. Seni de hep yeni elbiseler içinde görmek istiyorum.

Ama hayata küsmüş gibi hallerin oluyor bazen.

Hayata küsme anneciğim.

Asıl olan hayattır bunu unutma.

Şimdi içinde bulunduğumuz çaresizliği, bir gün sona erecek bir oyun, asıl olanın hayat olduğunu bize gösterecek ve ispat edecek bir oyun gibi düşün.

Hayata dair bütün oyunlar başladıkları gibi biterler anneciğim, hiçbiri uzun sürmez. Uzun süren oyunlar da sadece bir gün belki acı, ama belki de sevinçle hatırlanmak içindir.

Bu bir oyun anneciğim, kurallarını ne sen ne ben koymadık bu oyunun. Bize acı verdi az çok. Umutsuzluğa düşürdü. Üstelik her günü bin yıl sürmüş gibi geldi bize.

Hadi gel kadınlar gününde başka bir oyun oynayalım seninle.

Ben içine zincirlenmiş gibi çakılıp kaldığım, senin yardımın olmadan sağa sola bile dönemediğim şu yatağın içinde saklanayım.

Yorganı kafama iyice çekeyim, bir anda görünmez oluvereyim!

Sonra sen beni evin bütün odalarını birer birer dolaş ve adımı çağırarak beni ara!

Sen adımı çağırdıkça, ben duymazlıktan geleyim!

Gövdemi ve kafamı sakladığım yatağın içinde nefes dahi almadan, bu yeni oyunu sürdüreyim!

Beni aramaktan iyice yorulup, odamın kapısına geldiğinde ise yorganı çekip al başımdan ve gün yüzüne çıkar beni!

Oyun bitsin ve hüzünlü bir gülümseme yayılsın yüzüme..

***

Hayat bir oyun anneciğim.

Biri bitmeden diğeri başlıyor.

Bir oğul, bir kadının, bir annenin yüreğinden kopan bir parça misali karanlık bir boşluğun içine yuvarlanıyor bazen..

Beni senden kopardılar anne!

Tut ellerimi, bırakma anne, bir yarım şu içinde kıpırtısız durduğum yatağın içinde, bir yarım sende kaldı anne.

Tut ellerimi beni bırakma anne..

Dağılmış parçalarımı al, kalbinin içine sakla..