Kadınlara iş vererek ‘iyilik’ etmek

Hayatın içinde pek çok zorluğu tadıyoruz hepimiz. Ekmek kaygısı, helal lokma bunun en başında. Sağlık, güvenlik, huzur ve çocuklarımızın istikbali ile ilgili taleplerimiz var, ele güne muhtaç olmadan yaşlanabilmenin hayalini kuruyoruz. Bunları gerçekleştiren bir sistem, evet iyi bir sistemdir, ama gerçekleştirdiği şey iyilik midir?

Bunun sadece bütçe veya hukukla ilgili olduğunu da iddia etmiyorum öte yandan. İnsan onuruna layık bir yaşamı sürmek için verilen tüm siyasi çabalar, aynı zamanda ahlaki bir ödevi de yerine getirir. Ekonomik ve sosyal vazifelerini yerine getirmiş bir sistem sadece siyasal anlamda bir başarıyı değil ahlaki bir örnekliği de sağlamış olur. Birey için ahlak olan şeyler, sistem sözkonusu olduğunda “adalet” tanımının içeriği oluyor. Biz “adalet”i, “iyilik”le karıştırıyoruz çoğu kez...

Geçen gün kısaca bahsettiğim “Avukat Güler Yıldız” hadisesi bunun en bariz örneklerinden. Aslında sadece Güler Yıldız değil, “kadınlara iş sahası açmak” söyleminin nerdeyse tüm içeriği, “ey kendilerine iş imkanı sunduğumuz kadınlar, işte size iyilik ettik” sürmenajıyla dolduruluyor... Hele bu kadınlar, uzun yıllar sistemin yok farz ettiği kesimlerden çıkıyorsa, zaten çıtayı nice zorluklarla aşarak profesyonellerin dünyasına adım atmış kadınlar, “şanslı” kişiler olarak, kendilerine edilmiş “iyiliğin” karşılığını bir türlü ödeyemiyorlar. Giderek bir mobbing’e dönüşse de onlara yaşatılanlar, şayet örtülü bir kadınsa mobbing’e maruz kalan, herkes suspus oluyor, içselleşip onay kazanıyor yaşanan onur dışı maruz kalışlar. “Başörtülüsün avukatlık yapamazsın ama bak sana ofiste işçi olma hakkı tanıdık” deniyor Güler Yıldız’a. Oysa Güler Yıldız, doksanların ilk yarısına kadar başörtüsüyle duruşmalara giren bir avukattı. Ardından Baro’nun yasağıyla karşılaşınca Trabzon Bölge idare Mahkemesi’nden “yürütmeyi durdurma kararı” bile almıştı. Moğoltay dönemiydi, Adalet Bakanlığı’nın, Barolar Birliği’nin ardından Strasbourg’un hakkında aldığı kararlarda bile Güler’in adı, “Avukat Güler Yıldız”dı.

Bence “işçi”lik dünyanın en onurlu vasıflarındandır. Cem Karaca’nın “işçisin sen işçi kal” şarkısını mırıldanarak yürüyebiliriz sahilde arkadaşımla. Her duruşun bir bedeli var, bizim yanımızda dualarla şarkılar kaldı Güler...

***

Bu mesele sadece başörtüsü yasağıyla sistematik bir kazınmayı yaşamış kadınlara has değil sadece. İş dünyası piramidinin üst kısmına tırmanacak tüm kadınları da bekleyen kendisine “iyilik” edilmişlik öngörüsünden bahsediyorum. Geçenlerde katıldığım bir medya kulisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın gerçekleştirdiği devasa hizmetlerden söz edildikten sonra, söz gelip dayandı Bakan Fatma Şahin Hanımefendinin Başbakanımız tarafından en çok desteklenen Bakan olduğuna... Erkek meslektaşlarımız, Kabine’de açık çekle desteklenen tek bakanın Fatma Şahin oldığunda israr ediyorlardı. Başbakan’ın siyasette kadınları desteklediğini yakınen biliyorum. Fatma Şahin, sadece kadınlara has pozitif ayrımcılıkla durmuyordu koltuğunda, işini düzgün yapan çalışkan bir yönetici olarak oradaydı. Lakin medyanın erkek kompetanları nazarında bu durum, “bir kadına verilmiş imkan, tanınmış fırsat, iyi bir destek”ten öteye geçmiyordu...

Bakan bile olsanız, şayet kadınsanız, bu durum size bahşedilmiş bir iyilikti...

Hele bir de söz konusu kadının rejimin uzun yıllar derinleştirdiği fay hatlarında duran bir kişi olduğunu düşünürseniz... “İyiliğin” katmer katmer bir mermere dönüştüğüne de şahit olursunuz. “Hem örtülüsün, hem de bak sana iş verdik” şeklindeki o dağ ağırlığında minnet borcu bir türlü ödenmez.

Yanlış anlaşılmasın, bendeniz iyiliklere minnettarım, hukuktan ümidimi keseli çok oluyor. Hayat, kariyer planlamasına dair herhangi bir şans bırakmayacak kadar sert işledi bizim nesil için. Yeni kuşağın bizlerden daha rahat ve insan onuruna has ilkeler eşliğinde yaşaması için çabamız ve duamız...