Konunun asıl meselelerine girmeden önce, teferruat sayılabilecek bir-iki noktaya değinelim:
Azerbaycan- Ermenistan ve Karabağ ve bütünüyle Kafkasya konuları, son 3 aydır daha bir gündemimizde..
Ama, başta İlham Aliyev olmak üzere, Azerî türklerin tv. kanallarındaki sözlerinin birçok kelimeleri anlaşılmıyor. Bu tabiîdir de..
Denizli, Trakya, Diyarbekir, Antakya, Trabzon ve İstanbul’da türkçe şiveleriyle konuşanların birbirini anlamakta zorlanması da, hele televizyonun olmadığı ve köyde yaşayanların yüzde 70’lerde olduğu dönemde, Türkiye’de de tabiî idi.
Anadolu dışında türkçe konuşan halkların birbirlerini anlamaları da o kadar kolay değil..
Bu diğer diller için de böyledir. Afganistan’daki ‘Derrî farsçası’ ve Tacikistan’daki farsça da, İran farsçasınden epeyce farklıdır. Kezâ, İran içinde de, farklı bölgelerdeki farklı şive farklıkları da böyle..
Kürdçe de öyle.. Kırmanç/ bahadinî ve sorânî kürdçeleriyle konuşanlar da birbirlerini anlamakta epeyce zorlanırlar. Bu durum, Umman ve Yeman’den, Irak, Lübnan, Mısır, Sudan ve kuzey Afrika’ya, Fas ve Cezayir’e kadar, geniiiş bir coğrafyada konuşulması hasebiyle arabçada da daha derin olarak sözkonusudur. Bu diyarlardaki halklar da birbirlerinin arabçalarını büyük çapta anlamazlar; okumuş kesimler hariç..
Benzer durum, tatarca, türkmence, özbekçe, kırgızca, kazakça, Azerice vs. gibi türkçe lehçeleri için de söz konusu değil midir? Anadolu türkçesine en yakın olan ise, azerî lehçesiyle türkçedir. Onun anlaşılması diğerlerine nisbetle daha kolaydır.
Dahası, Sovyet döneminden kalan ve farklı türkçe lehçeleriyle konuşan bu geniş coğrafyalardaki halklar da birbirleriyle anlaşmakta zorlandıklarından, hemen rusça konuşmaya başlarlar.. Evet, onların herbirisinin anadilleri türkçedir, ama, konuştukları türkçeleri anlamak için, o halkların içinde, sokak ve pazarlarda herhalde birkaç hafta kalmak gerekir.
1910 yılında Alman Genelkurmayından bir heyet, Balkanlar ‘dan taa Orta Asya’ya kadar gitmişler, sosyal araştırmalar yapmışlar ve dönüşlerinde, ‘Zagreb’den girdik, bütün Balkanlar ve İstanbul, Anadolu, Kafkasya, İran, Afganistan ve Orta Asya’ya kadar onlarca dil, yüzlerce lehçe ve şivelerde konuşan yüz milyonları gördük.. Bunları birbirine bağlayan tek ortak bağ, Selâm ve Kur’an idi..’ diye rapor vermişlerdir, özetle..
Evet, ağızdaki dil değil, kalbdeki dil ile konuşmak, asıl olan..
Ama yine de, ağız diliyle konuşmayı da küçümsememek gerekir..
Meselâ, TRT’nin bazı muhabirleri bile, meselâ Azerbaycan’dan haber geçerken, oralardaki özel isimleri bile değiştiriyorlar ve söz gelimi, Bakü’deki Azadlık Meydanı’na ‘Bağımsızlık Meydanı’ diyebiliyorlar. Bu, İstanbul- Taksim’deki ünlü İstiklal Caddesi’ne ‘Bağımsızlık Caddesi’ denilmesi gibi bir durum..
Diğer bazı kelimeler de var ki, daha bir önemli.. Çünkü aynı kelimelerde olan ortaklık, o kelimelere yüklenen mânâlarda farklılaşabiliyor. Nitekim, bir azerî asker, ‘bir yoldaşımı tapmak için biraz qabağa gittim, düşmeni gördüm..’ diyor. Ne anlayacağız bundan? Tapmak, bulmak mânasındadır; qabağa gitmek de öne, ileriye gitmektir.
Bu gibi yüzlerce kelime daha vardır. Nitekim bir azerî, diğerine, ‘Erdoğan ne deyipdir?’ diye soruyor. Öteki, ‘Men de kâmilen başa düşmemişem.. ‘ diye cevap veriyor. Yani, ‘Ben de tam olarak anlamadım..’ diyor. ‘Namaz kılmak için nerede abdest alabilirim?’ demek için, ‘Nemaz okumak için harda elsuyu alabilirem?’ demeniz gerekmektedir.
Daha temel konularda anlaşabilmek için, birbirimizin lehçelerine de âşina olmamız gerekiyor.
Gelelim, asıl konumuza..
700-800 yıl öncelerdeki eski metinlerde İranî ve Turanî kavimlerden söz edilir. İran içinde de o zaman da sadece farslar yoktu, türk, kürd, arab vs. gibi başka kavimler de vardı.. Ama turanî kavimler genel olarak İran coğrafyasının şimalinde, kuzeyindeki coğrafyalarda ve genelde anadilleri daha çok türkçe olan ve Hz. Ömer zamanından beri tanıştıkları İslâm dininin etkisinde kalıp müslümanlaşmaya başlayan, Orta Asya steplerinde göçebe hayatı yaşayan, at sırtında, en çok da geniş hayvan sürülerine otlak bulmak için hattâ aynı soydan komşu göçebe aşiretlerle, kabilelerle de savaşan halk kitleleri anlaşılmıştır.
Bu kitleler, ancak müslümanlaşma sürecinde yerleşik düzenler, şehirler kurmaya başlamışlardır. Nitekim, Karahanlılar, Gazneliler ve Selçukoğulları’nın kurdukları devletler zamanında o göçebe çadırlarından bir cihangir devlete doğru ilerlenilmiştir.
Nâmık Kemâl’in, ‘Cihangirâne bir devlet çıkardık, bir aşiretten..’ mısrasını hatırlatan bir durum..
Ve, İslâm potasında eriyip bir inanç toplumu halinde bir ‘millet’e dönüşmeye başladıktan sonra, artık şu dil veya bu soy-sop grubu, şu kafatası, bu ırk vs. ayırımı ortadan kalkmıştır. Gazneli Mahmûd, Alparslan veya Salâhaddin Eyyûbî , ya da daha önceden Hâlid bin Velid veya Taarık bin Ziyâd gibi tarihimizin, Müslümanların tarihinin akışının değişmesinde etkili olmuş isimler, evet anadilleri her ne olursa olsun, türk, kürd, fars, arab, afgan, moğol, belûc veya başka bir etnik kökten gelmiş olabilirlerdi, ama, onlar bu Müslüman kavimlerin hepsinden idilerdi de.. Ve temelde Hz. Âdem’den gelen insan nesli olmak hasletinde birleşmek için ‘Lâilâheillallah’ formülünü bir özgürlük manifestosu halinde dünyaya haykıran bir İbrahim Milleti/ İslâm Milleti..
Dün, Azerbaycan’ın 30 yıla yakın zamandır Ermenistan işgalinde olan topraklarının, 45 günlük çetin bir savaş sonunda kurtarılması şerefine Bakü’de düzenlenen törenleri izledim, ekranlardan.. Komunist dönemde, o ideolojinin okumuş sınıfları üzerindeki tahribatı en ağır olan bu eski Sovyet Cumhûriyeti’nin bu zafer şenliğinin şiarlarından şuûra doğru yönelmesi temenni olunur.
Bu vesileyle, Osmanlı Devleti en zor zamanlarını yaşar ve can çekişirken, Kafkas İslâm Ordusu’nu, tasavvur edilmesi hayal bile edilemez büyük bir kahramanlıkla kurtaran (ve Enver Paşa’nın kardeşi olan) Nurî Paşa’nın ve Kafkas İslâm Ordusu’nun, dün, Azerbaycan liderinin törendeki resmî konuşmasında zikredilmemiş olması, hayıflanılacak bir büyük noksan idi.
Bereket ki, Bakü’deki merasimler öncesinde Tayyib Bey’in İlham Aliyev’le birlikte, 102 yıl önce, -Azerbaycan’ı taa Bakü’ye kadar işgal eden Ermenistan güçlerinin elinden kurtaran Kafkas İslam Ordusu şehidlerinin yattığı Şehidlik’e gidip dua etmeleri ve sonra oradaki mescidde şükür namazı kılmaları ve Erdoğan’ın, ‘Bugün Enver Paşa’nın ve Nurî Paşa’nın ruhlarının şâd olduğu gündür’ demesi, büyük bir vefakârlık ve kadirşinaslık örneği olarak o noksanı telâfi etmiş ve Azerbaycan’ın mazlum Müslüman halkının duygu ve düşüncelerinde bir derin iz bırakmıştır, inşaallah..
Azerbaycan’ın okumuş sınıflarının büyük çapta duçar oldukları 100 yıllık sapma ve gafletlerinden de uyanması ümidiyle..
Bu arada, Erdoğan’ın Kafkasya’da 6 ülkeli bir ‘ortak işbirliği platformu’ oluşturulmasını teklif etmesi son derece büyük bir diplomatik ataktır. Eğer gerçekleşirse, son derece büyük sonuçları olur.
Erdoğan’ın, Türkiye, Azerbaycan, İran, Gürcistan, Rusya ve -katılmak istemesi halinde- Ermenistan’dan oluşacak böyle bir çözüm yolu göstermesi ve dahası, ‘Bizim Ermenistan halkına bir kinimiz yok, ihtilafımız, Ermenistan’ın yöneticileriyle.. Eğer, bu platform oluşturulursa; Türkiye, Ermenistan sınırındaki kapılarını da açar..’ demesi, Kafkasya’yı huzura kavuşturacak çapta harika bir projedir.
Kafkasya bir ‘taş fırın’ gibidir; geç ısınır, ama, geç soğur.. Ümid olunur ki, geç de olsa, bu soğuma uzun vâdeli olarak gerçekleşir.
Konuya, ’turancılık’ konularını söz konusu eden bazı çevrelerin yaklaşımları açısından da, Pazar günkü yazımızda değinmeye çalışalım, inşaallah..