Kafkasya, onlarca etnik unsurun, onlarca dilin konuşulduğu bir coğrafya.. Ünlü fransız sosyolog ve filologlarından /dilbilimcilerinden G. Dumézil, 30 yıl öncelerde, ‘Kafkaslar’da 70’e yakın ayrı dil konuşulduğunu ve hattâ Kafkas dağlarındaki bir köyde sadece 80 kadar kişi tarafından konuşulan ve müstakil bir dil keşfettiği’ni açıklamıştı.
Bu bakımdan, bu kadar farklı kültür ve inançlara sahib toplumların bu karmaşık coğrafyada barış içinde iç-içe yaşaması, hoş ve amma, o kadar da boş bir temennidir.
Bu coğrafyada son 200-250 yıl boyunca Rusya hâkim idi. Ama, en çok da Müslüman halklar yaşamaktaydı. Ama, elbette başta ermeniler olmak üzere, Müslüman olmayan halklar da vardı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya, bu coğrafyadaki halklardan kopmadı ve istemediği tablolar çıkacak olursa, derhal müdahale etti. (Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dağılması üzerine, uluslararası hukuk açısından Osmanlı’nın yerini alan yeni Türkiye yönetimi ise, 500 yıla yakın birlikte yaşadığı özellikle Müslüman ülke ve halkları aşağılamayı tercih etmişti.)
Sovyetler Birliği’nin dağılması öncesi ve sonrasındai en buhranlı durumlardan birisi de Azerbaycan ve Ermenistan arasında cereyan etti. Özellikle, Azerbaycan sınırları içinde ve halkının büyük ekseriyeti 100 yıl öncelere kadar Müslüman iken, sonra Ermenilerin planlı yerleşmesiyle tablo tersyüz olan ‘Nagorno Qarabag (Dağlık Karabağ) bölgesi çıban başı idi.
Emperial odaklar, Ermenistan’ı ve ermeni halkını, ‘Doğu Hristiyanlığının Kafkasya’daki kutsal bekçileri’ olarak selâmlıyordu. Ermeni nasyonalistleri de, istiklal bayrağını Ermeni Kilisesi’nin eline vermişler; kendi halk kitleleriyle derin bağlar kurmuşlardı.
Azerbaycan’da ise.. Maalesef, komunist dönemden kalma okumuş sınıfların İslâm’a bakışı, bizdeki 1930’lu yıllardakinden farklı değildi. Hâlen de aynı zihniyet hâkim..
Bugün ortaya çıkan ihtilaflarda 3-4 milyon nüfuslu fakir Ermenistan karşısında, 8-9 milyonluk ve petrol zengini bir Azerbaycan bulunuyor, ama, nüfus çokluğu tek başına ne ifade eder ki?
Nitekim, Azerbaycan’ın yüzde 22 kadarı, beşte biri, 27 yıldır işgal altında.. Ve, o saldırı karşısında, 1 milyondan fazla insan Baku’ya kaçmıştı.
O sırada, Sovyetler Birliği döneminde hem ‘Azerbaycan Komunist Partiyası’nın Genel Sekreteri’, hem de, Sovyet Sistemi’nde Leonid Brejnev zamanında, ondan sonraki ikinci isim olan, ama, Brejnev’in ölümünden sonra, gözden düşen Haydar Aliyev, doğum yeri Nahcivan’a dönmüştü.
Ancaak, Azerbaycan içindeki güç dengeleri de sarsıntılıydı.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı olan Ebu’l-Fazl Aliyev (Elçibey) ise, o sırada Gence’den küçük bir askerî birlikle Baku’ya doğru harekete geçen Sûret Huseynof Hareketi karşısında, Baku’dan kaçıp, doğum yeri olan Nahcivan- Ordubad’a sığınmak zorunda kalınca, Haydar Aliyev, eski komünist yönetim dönemindeki adamlarının da desteğiyle Azerbaycan Devlet Başkanlığı’na getirilivermişti.
Ermeniler işte o kargaşa döneminden faydalandılar ve sadece Karabağ’ı değil, Azerbaycan topraklarının yüzde 22 kadarını işgal ettiler. Haydar Aliyev ise, işgalden kaçan sivil kitleleri, ‘Qaçgın’lar, bir tüfenk sesi eşittiniz, hammınız (hepiniz) qaçdınız, mukavimet eylemediniz..’ diye suçlamaktan başka bir şey yapamadı.
Şimdi, ermeni güçleri, enerji hatlarının geçtiği Tovuz civarına saldırıyorlar.
Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan, ekonomik ve siyasî bakımdan oldukça sıkıntılı durumdayken, bu saldırılarla, Amerika’daki, özellikle Ermeni Lobisinin maddî-manevî himayesini tekrar kazanmak ümidinde.. Rusya da, Ermenistan’ı askerî açıdan donatıyor ve Ermenistan sınırlarının hangi güçlerce korunduğu da biliniyor.
Türkiye’nin Azerbaycan’a psikolojik destek dışında bir yardımı da, bu çerçeve içinde düşünülmelidir.
Evet, ‘Kafkasya taşfırın gibidir, geç ısınır- geç soğur..’