Kalbimiz teslim olmayacak...

'1984'' romanını çoğumuz okumuşsunuzdur. 1949 yılında yazılmış George Orwell'a ait bu kitapta, modern dünyanın maruz kalacağı çöküntüler, baskıcı ve düşünce polisinin hâkim olduğu kapalı toplumların, totaliter basınçlar eşliğinde yaşayacağı sansür sarmalları eşliğinde anlatılır. Tam bir distopyadır. Kütüphanenizde bulunsun...

İnsanların birbiriyle dost oluşu, birbirine güvenmesi, arkadaşlık, yoldaşlık etmek, akrabalık, komşuluk, özgür düşünce, hayal kurma, seyahat, kılık kıyafet serbestisi, bilimsel araştırma, dini inanç, mahremiyet, moral değerler, sanat... Hemen hepsi yasak veya yasağa yakın kısıtlıdır. 'Big Brother' adında tek parti rejiminin, eleştiriye kapalı esrarengiz lideri, her şeye hâkimdir. Tarih sürekli yeniden yazıldığından, insanların geçmişiyle ilgili tüm bilgiler yok olmuştur. Köksüzlük, mazisizlik, tek tiplilik, sıradanlık, zevksizlik, karamsarlık, içe kapanış bu sistemin önerdiği ruh halidir. Sistemin erittiği, öğüttüğü insanların hüzünlü hikâyesidir 1984. Kitabı okuduğunuzda, özgürlüğün, düşünebilmenin, hata yapabilme şansının, iradenin, seçme imkânın, çok sesliliğin, dostluğun, aşkın, inancın, insan varlığının, çevreyi hissedebilmenin, ne kadar değerli olduğuna ikna eder sizi... Özünde insan olan bir kitaptır. İnsanı kaybetmemek için yazılmıştır sanki...

George Orwell hakkında yapılmış bir belgeselde, onun daha evvel gazete ve dergilerde verdiği röportajlardan yola çıkarak canlandırılmış bir mülakata rastladım geçen gün.

Gazeteci soruyor: 'Bir keresinde tatsız gerçeklerle yüzleşme yeteneğine sahip olduğunuzu söylemiştiniz. Geleceğin isabetli bir portresini çizerek, 1984 adlı romanınızda bu yeteneğinizi sergilediğinizi söyleyebilir miyiz?''

Orwell'in verdiği cevap: 'Her kitabın nihayetinde parodi olduğunu düşünürsek, gerçeğin ve hayatın, kimince abartılı, kimince alaycı olarak kitaplarda anlatıldığını var sayarsak, 1984'deki gibi bir şey sahiden gerçekleşebilir. Dünya şimdilerde bu yöne doğru gidiyor. Dünyamızda; korku, öfke, zafer ve bayağılaşma dışında bir duygu kalmayacak... Cinsel içgüdünün kökü kuruyacak... Partiye sadakat dışında hiçbir sadakat söz konusu olmayacak. Ancak güç zehirlenmesi her yanı saracak. Zafer heyecanı, çaresiz bir düşmanı ayaklar altına alma hissi, daima ve her an var olacak. Geleceğin tasvirini arıyorsanız, bir insanın yüzünü çiğneyen bir postalı düşleyin daima... Bu tehlikeli kâbus halinden çıkartılacak ahlak dersi gayet basit. Bunun olmasına izin vermeyin! Bu size bağlı!'

...............................................

Orwell ile ilgili belgeseli seyrederken, Ressam Fehim İbrahimhakkıoğlu'nun, 'Ukrayna- Rusya'' savaşını konu alan eseri dikkatimi çekti. Üstad, kızıl bir arka planda, kan çanağına dönmüş, yanmış, yıkılmış bir şehrin ön kısmında ağladıkları her hallerinden okunan, çaresiz insanlar çizmiş. Kefene sarılmış bir ölünün etrafındaki insanların yüzleri yok. O kadar çok birbirlerine benzetmiş ki uğradıkları vahşet şoku onları, seyrederken ben de onlardan biriymişim gibi geldi... Eseri çok sarsıcı, çok gerçekçi buldum... Üstad Fehim Bey, eserlerini bin bir sabırla toplayıp, ayırdığı, taşlarla tamamlıyor. Eserin ruhuna o kadar uygun hale gelmiş ki taş burada... Şayet o en alttaki taş profil olmasa, dünya ile hiçbir bağlantılarının kalmayacağı o ahali, o kadar yalnız, o kadar hüzünlü ki ve Allahtan o taşların üzerindeler diyorsunuz... Resim, bir daire içine alınmış. Sanki bir fotoğraf makinesinin objektifiyle bakıyorsunuz veya neden olmasın, bir silahın hedef aldığı o dairevi alan içine bakan, bir göz olmaya davet ediyor bizi...

Eseri zafer hırsı, göz doymazlık ve insana yönelik varoluşsal saygının tümden yitirilişine bir tepki olarak seyrettim. Ve bu seyir, gözlerimizin önünde olup biten tüm bu işgaller, haksız zulümler ve tepkisizliğimiz, bizim yüzlerimizi de alıp götürüyor. Resme bakarken gözümden yaş geldi...

.................................................

İsrail, hamursuz bayramını bahane ederek, yine Mescid-i Aksa'ya ve namaz kılmaya gelen Müslümanlara saldırdı. Vahşetini her geçen gün, pervasızca sergiliyor. Her hangi bir utanması, mahcubiyeti, sınırı olmayan bir işgal bu... Ve dünyanın kör sessizliğine toslayan çarpan mazlumların ah'ları... Arşı alaya değiyor şu Ramazan günlerinde...

Sanatın gücü, evet hiç birisini düzeltmeye yetmiyor. Ama bu yolun yol olmadığını, insanı insansız bir geleceğe itelediğini söylemeye devam etmekten başka bir şansımız da yok... Orwell'ın dediği gibi: Zulüm kendisi geri çekilmeyecek. Ona o izni vermemek zorundayız. Herkes elinden geleni yapacak. Fehim bey resim çizecek, yazarlar yazı yazacak, çocuklar taş toplayacak, anneler çocuklarının saçlarını tararken, onlara dedelerini, ninelerini anlatacak... Kalbimiz teslim olmayacak!