Fadime ÖZKAN
Fadime ÖZKAN
fozkan@stargazete.com
Tüm Yazıları

Kalp kalbe karşı dikenli tel dediğin nedir ki?

28 Eylül, Pazar, öğleden sonra. Suruç Yumurtalık’ta sınırın sıfır noktasından dikenli tellerin öte yanındaki Kobanililerle konuşurken hemen arkada, Kobani’nin bilmediğim bir mahallesine düşen bombayı da görebiliyorum.

Korkunç bir sesle birlikte yer sarsılıyor. Aradaki dikenli teller sadece elleri değil yürekleri de yırtacak hale geliyor.

AFAD görevlileri geçişleri hızlandırıyorlar hemen. Mobil bir hudut kapısı kurulmuş burada. İyi düşünülmüş, tıkır tıkır işliyor. Gelenlerin önce üst araması yapılıyor, sonra su, süt, yüksek kalorili bisküviler veriliyor, yürüyemeyenlere yardım ediliyor, sağlık ekipleri de burada. 14-15 yaşın altındaki tüm çocuklar aşılanıyor, aşılanmayan kalmıyor. Hastalar için ambulanslar hazır bekletiliyor. Biz oradayken iki ambulansın hızla yola çıktığına şahit olduk.

Hoş geldin nineciğim!

Sonra kamyonlarla sığınmacıların ihtiyaçlarının karşılanacağı kamplara geçiliyor. Suruç’ta iki kamp var. Biri hemen o alandaki Süleyman Şah Parkı’nda yeni kurulan çadırkent, diğeri Suruç’taki yatılı bölge okulu. Pazar günü yağmur ve çamur dolayısıyla kimse mağdur olmasın diye işlemler sınırda değil Park’taki merkezde yapılıyordu.

Yaşlı bir nine geçiyor sınırdan, yüzünü güneşe veriyor, hoş geldin diyorum, yüzü gülüyor. Kendisi gibi yaşlı eşi ise dehşet içinde, IŞİD’in köylerini nasıl bombaladığını anlatıyor...

Beş çocuklu bir aile ise sınırdan geçer geçmez eşya denklerinin etrafına toplanmış, perişan haldeler. Ailenin babası soluk soluğa bedensel özürlü oğlunu gösteriyor. 10 yaşlarındaki oğlan yerde, kardeşinin kucağında yatıyor. Kızın başını okşuyorum, yayan yollardan, kum fırtınalarından yumak olmuş güzelim saçları. Çocukların ayakları çıplak, hırpalanmış, parçalanmış. Verilen su ve bisküvilerle meşguller.

Ya Türkiye’ye geçemezsek?

Bir an bir kargaşa yaşanıyor tellerin orada. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Sınırdan çok sayıda geçiş olduğu, işlemler henüz bitmediği ve işler zorlaşmasın diyen görevliler alımları kısa süreliğine durdurmuşlar. Ailesinin bir kısmı henüz geçmemiş olanlar ya da alınmayacaklarından korkanlar feveran ediyor. Durum Kürtçe Arapça izah edilince sükunet hakim oluyor.

Sınıra arabaları ve hayvanlarıyla gelen ve mal canın yongası deyip onları da geçirmek isteyenlere çare arıyor yetkililer. Ben oradayken arazi araçları geniş bir alanı geçici bir otopark haline getirmeye çalışıyordu. Hayvanlar içinse birkaç formül var değerlendirilen.

Akrabası olanlar ev ortamına

Akrabalarının yanına gidecek olan Kobanililer onları bekleyenlerle buluşuyor hemen sınırda ve işlemlerden sonra Suruç’a doğru yol alıyorlar. Suruç’ta sokaklara taşan kalabalıklar dikkati çekiyor ama olağanüstü bir hal gözlenmiyor doğrusu. Sivil toplum örgütleri ve halk bu anlamda ihtiyaç sahiplerine yetmeye çalışıyor.

Mesela hayırsever biri akşam saatleri arkasını doldurduğu kamyonetini yol kenarına çekmiş battaniye dağıtıyordu. Başka bir yerde kaba inşaatı bitmiş iki katlı bir evin katları naylon ve kontraplaklarla kapatılarak barınak haline getirilmeye çalışılıyordu. Boş bir arsada ise çadır kurmak için hummalı bir faaliyet sürüyordu. Suruç’ta evinde Kobanili misafiri olmayan yok gibi.

Geçen haftaki 160 bin kişilik geçişler dahil 200 bine yaklaşan olağanüstü bir girişin olduğu düşünülürse yardımların katlanarak artması şart görünüyor.

Çadırlar bölünmüş oda sistemi kurulmuş

KOBANİ’DEN gelenlerin alındığı iki yerden biri olan Süleyman Şah Parkı’ndaki çadırkenti geziyorum ama fotoğraf çekmeme izin verilmiyor. Burada bariz bir kadın-çocuk hâkimiyeti var. Parkta oynayan çocukların neşeli çığlığı durumun ve savaşın vehametini bir an için unutturuyor. Girişteki çadırın önü kalabalık, ayakkabı ve terlik dağıtımı varmış. Az ilerde sıcak yemek dağıtımı yapılıyor. Bol miktarda su şişesi var açık alanda, her yerde. Kadınlar, genç kızlar küçük gruplar halinde banklarda oturup konuşuyor. Herkesin üstü başı temiz, kıyafeti yeni. Yeryüzü Doktorları’ndan gönüllü doktorlarla konuşuyorum. En fazla soğuk algınlığı vakası var diyorlar. Çadırlara giriyorum. Hangar türü çadırlar ortadan ikiye bölünüp bir koridor açılmış. Oda haline getirilmiş bölümler fermuarlı kapılarla buraya açılıyor. Otel koridoru gibi. Bu sayede mahremiyet sağlanmış. Her bir odada kilimler yataklar battaniyeler var. Odaların birinde bir bebek, beşiğinde tıngır mıngır...

YİBO’da da sınıflar dolu. Çocuklar koşturuyor, erkekler grup halinde. Bahçede Sadakataşı ile İHH’nın yemek konteynırları park etmiş. İHH tırında hummalı bir çalışma var, günün menüsü ne diyorum, cevap: etli patates, pilav ve ayran. Her gün 10 bin kişiye sıcak yemek çıkarıyor, bir o kadar da ekmek pişiriyormuş İHH.

Hava ıslak, çadırlar nemli...

Akçakale Süleyman Şah Çadırkenti’ne geçiyorum. 30 bin Suriyeli var burada. Araplar Türkmenler Kürtler hepsi bir arada. Herhangi bir sorun yok-imiş. Burada da yemek dağıtımından kartlı sisteme geçilmiş. Her aile kendi yemeğini pişiriyor artık. Yağmur yağıyor, sokaklar boşalıyor. Hemed Selmesselem ailesinin kapısını çalıyoruz. İçerisi dışarıdan iyi ama ince ve nemli bir soğuk yapışıyor tene. Der Zor’dan gelmişler, 9 çocuklular. “Türkiye’nin bize hizmet ettiği kadar kimse hizmet etmedi, kendi ülkemiz bile” diyorlar. Çocukların hepsi okula gidiyor. Çadırın kızları sessiz mahcup. Oğlanlar yaman. Sorularıma Türkçe cevap yetiştiriyorlar.

AFAD işin hakkını hakikaten veriyor

Çok sayıda görevli var sınırda. Aralarında da Kürtçe veya Arapça konuşanlar çok -ki bu, işleri çok kolaylaştırıyor. 112, UMKE, Göç İdaresi Başkanlığı, Halk Sağlığı, Çevik Kuvvet, Jandarma ve Hudut Birliğinden görevliler AFAD koordinasyonunda uyum içindeler. Soruyorum, 200 görevli varmış. Ekip çalışmasına yabancı, hatta tepkili ve umursamaz bir bürokratik geçmişin ardından burada farklı kurumlar, yapılar arasındaki uyumu ve sağlıklı işleyişi görmek hakikaten şaşırtıyor sevindiriyor insanı. On gündür geçişlerin koordinasyonunu yapan AFAD görevlisi Soner Tüter’e soruyorum “Afet ekibisiniz, haliyle insanları en zor hallerde görüyorsunuz. Ama burada ne gördünüz” diye. “Tam bir insanlık dramı” diyor ve ekliyor yutkunarak: “Beni en çok çocuklar ve yaşlılar etkiliyor. 10 günlük yollardan yayan geliyorlar, ayakkabıları olmuyor bazen. İçimiz sızlıyor. Elimizden gelenin en iyisi için çabalıyoruz inanın.”

İyilik yapma isteği ve ihtiyacı, insanlık vazifesi, vicdanın buyruğu, şu bu, gönüllülükte işler başka türlü yürüyordur ama ben “işi zaten bu olan insanların” binlerce insana sahada, o sıkıntılı anda ve aynı anda hizmet ederkenki dikkatini özenini ve güler yüzünü doğrusu daha çok önemsiyorum. Yumurtalık’ta ve kamplarda buna şahit olduğumu, aksini duymadığımı söylemeliyim. STK’ların ve AFAD gibi kurumların çalışmaları bu açıdan, maddi ve ayni olarak mutlaka daha çok desteklenmeli. Bayram yaklaşırken yardımlar bu olağanüstü durumla baş etmek için çabalayanlara ulaştırılmalı...

Bireyselliği koruyan market sistemi

çok güzel bir uygulama var kamplarda. 7 yaşındakine de 77 yaşındakine de 85 TL’lik bir gıda yardım kartı veriliyor. Aileler bu kartlarla kentteki süpermarketten ihtiyaçlarını alabiliyorlar. Yani her aile kendi bütçesini yapıyor, yemeğini pişiyor, ne yiyeceğine kendisi karar veriyor. Böylece bireysellikleri de yok edilmemiş oluyor -ki sonuçta aynileşen bir kamp düzeninde/rutininde yaşıyorlar ve burgulu makarna mı yoksa çubuk makarna mı yiyeceğine kişinin kendisinin karar vermesi -bu şartlarda- önem arz ediyor.

Konteynır kentteki halı kursunda ve çamaşırhanede kadınlarla karşılaşıyorum. 35 yaşındaki Hüsun Hanım 4 çocuk annesi. Halep’ten gelmişler, amca çocuklarını ve komşularını kaybetmiş. Çocuklarım korkudan sarılık oldu diyor. Esi şehit olmuş Halepli Dima Hanım da dört çocuğuyla sığınmış Türkiye’ye. Yüzü kederli. Türkiye’ye Erdoğan’a dualar ediyor, herbirinize selam ediyor.