Kaosun ortasında umut Türkiye

Dile kolay. Irak’ın işgal edilip Saddam rejiminin yıkılmasının üzerinden tam on yıl geçmiş. Aradan geçen zamanda, ne taşlar yerine oturdu, ne de bölgesel anlamda bu ülkenin oluşturduğu sorunlar hafifledi.

Kuşkusuz 11 Eylül saldırılarının ardından ortaya çıkan gelişmeler, özellikle ABD’nin uluslararası hukuku ve meşruiyeti bir kenara bırakarak gerçekleştirdiği operasyonlar, barış bir yana kaosu ve çatışmaları derinleştirdi. Zaten etnik, dini ve mezhebi anlamda fay hatları hassas olan bir coğrafyada, Soğuk Savaş döneminin icat ettiği baskı rejimleri de çeşitli vesilelerle yıkılınca, kimlikler daha da keskinleşti.

Dün de Irak’ta insanlar Şii ya da Sünni Arap olarak yaşıyordu, Kürtler vardı. Ama bugün o insanlar hiç olmadıkları kadar Şii, hiç olmadıkları kadar Sünni ya da Kürt olarak kendilerini ifade ediyorlar. Kendimizi kandırmayalım; elbette daha öncesinde tüm bu saydığımız farklı unsurları kuşatan bir kimlikten söz etmek mümkün değildi. Ancak kabul edelim ki çatışma ve ayrışmalar bu kadar derinleşmemişti.

Bugün Irak’ta siyaset, iktidar kavgası ve benzeri tüm başlıkların ana unsuru mezhepler ve etnik kimlikler. Üstelik olup bitenin seyri, kimilerinin iddia ettiği gibi demokrasiye filan da gitmiyor. Başka bir ifadeyle, bu çatışmaların sonunda, taşların yerine oturduğu, temsil derinliğinin sağlandığı bir gelecek tasavvurundan söz etmek fazlaca hayal olur.

***

Kuşkusuz bu gelişmeler, sadece Irak topraklarını değil, tüm bölgeyi dönüştürecek kadar önemli sonuçlar üretiyor. Irak’taki bir Şii ya da Sünni’nin iktidar arayışı ve kavgası sadece onların bulunduğu alanla sınırlı kalmıyor. Aksine, Türkiye’den İran’a, oradan Malezya’ya, Kafkaslardan Yemen’e, hatta Afrika’nın içlerine kadar zincirleme etkiler oluşturuyor.

Kürt siyasi hareketinin, bağımsızlık ve bu parantezdeki her hamlesi, Türkiye’de, Suriye’de ve İran’da karşılık buluyor.

Tam da bu nedenlerle Ankara’nın son yıllarda kendi coğrafyasında olup bitene gösterdiği ilgiyi doğru okumak ve hatta neden geç kaldığı üzerinde kafa yormak gerekiyor. Bunca dinamik harekete geçmişken, sizin eli kolu bağlı gelişmeleri izlemeniz bir yana, kendi duruşunuzu doğru tarif etmeden geçireceğiniz her anın bedeli ağır olabilir. Geçmişte olmuştu, yine olmaması için hiçbir neden yok.

Ankara, uzun, ama gerçekten uzun yıllar Soğuk Savaş döneminin oluşturduğu dengeyi kendi içinde koruduğu gibi, etrafında olup bitene de en azından resmi anlamda bu gözle bakmayı tercih etti. Uzun yıllar vurgusunun nedeni şu: Sanıldığının aksine devlet geleneğinin sağladığı avantajlarla bu dönemin bittiğini belki de en erken okuyan ülkelerden birisi olduğu halde, pozisyon almakta en fazla tereddüt eden ülke Türkiye oldu.

Bunun nedenleri, zorlukları, dinamikleri üzerinde durmak hayli zaman alır. Ancak şöyle devam etmek mümkün. Türkiye’nin Soğuk Savaş uykusundan uyanıp mahmur gözlerle etrafı izlemesinin ardından, özellikle şu son on yılda yaşadığı dönüşüm, tek kelimeyle muazzam ve bir o kadar da şaşırtıcı.

Irak’ın son on yılına bakarken, paralel bir okumayla kendi yaşadığımız sürece gözatmak, kimin nerede nasıl durduğu hakkında bize fikir verebilir. Bunca dönüşümün, çatışmanın, özellikle de uluslararası sistem eliyle derinleştirilen kaosun ortasında, hala bir umudun, geleceğin ve çözümün yeşerdiği bir ülke olarak durmak, neresinden bakarsanız bakın çok değerli.