NEW YORK -
Herhalde Türkiye’de yaþayýp da “hamili kart yakinimdir” cümlesini duymamýþ insan azdýr. Çünkü, çeþitli devlet büyüklerinin kartvizitlerine yazma lüftunda bulunduklarý bu üç sihirli kelime, bizim memlekette onyýllardýr nice kapýyý açan bir maymuncuk olagelmiþtir.
Devlete dairesine iþiniz düþtü de yüzünüze bakan mý olmadý mesela?.. Hemen çýkarýrsýnýz üst düzey bir bürokratýn imzalý kartvizitini, her þey bir anda deðiþir. Ýþiniz çabucak halledildiði gibi, “aman efendim, kimler gelmiþ, kimler gelmiþ” diyen müdür, sizi odasýnda çaya buyur eder.
Yahut kýrmýzý ýþýkta sürdüðünüz arabanýz trafik polisince durduruldu mu? Hiç istifinizi bozmadan “sen benim kim olduðumu biliyor musun” diye sorarsanýz memura ve yine o sihirli kartý çýkarýrsýnýz. Adamcaðýz da, ne yapsýn, “kusura kalma abi, tanýmadýk” deyip yol verir.
Peki bu “Türkiye realitesi” ayný zamanda “dünya realitesi” midir? Yani dünyanýn her yerinde iþler böyle mi yürür?
Hayýr... En azýndan Amerika’da iþler pek böyle yürümüyor. Devlet dairelerinde, sizi herkesin girdiði sýranýn dýþýnda tutacak sihirli kartvizitler yok. (Zaten fazla devlet dairesi de yok!) Trafik polisine “sen benim kim olduðumu biliyor musun” diyen de pek duyulmamýþ.
Acaba neden? Fark nerede?
Amerika’da yaþayan akademisyen bir dostumla geçen söyleþirken açýldý bu konu. “Yahu” dedi, “Türkiye’de üniversite hocalarý arasýnda asistanlarýna çanta taþýtan, hatta ev iþlerini bile yaptýran olur, ama burda hiç öyle bir hiyerarþi yok!”
Bu farkýn kaynaðý üzerine sesli düþünüyorduk ki, ben “iþin sýrrý, kapitalizmde!” dedim. Ve sonra da aþaðýda yazacaklarýmý anlattým.
Ataerkilliðin parçalanmasý
Sözünü ettiðim “hamili kart yakinimdir” kültürünün kaynaðý, sosyologlarýn “patrimonyalizm” yahut “ataerkillik” dediði toplumsal yapýdýr.
Bu, özetle, siyasi ve ekonomik gücün tek bir elde toplandýðý, ve toplumun geri kalanýnýn da bu güce göre “ayar olduðu” bir tür “piramitsel toplum yapýsý”dýr.
Türkiye tarihi açýsýndan konuþursak bu merkezi gücün adý “devlet”tir. (Bu devletin, klasik dönemde “þeriat” tarafýndan hizaya sokulurken, Cumhuriyet döneminde sýnýr tanýmaz bir “ejderha”ya dönüþtüðünü de hatýrlatayým.)
Devlet, tüm gücün ve zenginliðin sahibi olduðu için de, “ilerleme”nin tek yolu, devletle ve onu temsil eden “resmi” zevatýn teveccühünü kazanmaktýr...
Baþarýya ulaþmanýz, çalýþýp gayret etmenizden çok, yüksek yerlerden “torpil” bulmanýzla mümkündür.
Güvenliðiniz dahi, hak ve özgürlüklerinizden ziyade, devlet büyüklerini kýzdýrmamanýza baðlýdýr.
Yani haddini bilen, “büyüklerini sayan”, itaatkar insanlar olmanýz lazýmdýr ki, “ekmeðini yediðiniz” devletlüler sizi korusun ve taltif etsin...
Söz konusu “ataerkil” kültür bilhassa Ortadoðu’da ve Asya’da çok güçlüdür. Aslýnda Batý’da da güçlüydü, fakat modern çaðda geliþen bir kaç farklý dinamik, Batý’da ataerkilliði parçalayarak bireylere özgürlük alaný açtý.
Bu dinamiklerin en önemlisi de, Türkiye’nin eli kalem tutan her on kiþiden dokuzunun öcü bildiði serbest piyasa kapitalizminden baþka bir þey deðildi.
Çünkü kapitalizm, “devlet kapýsý” dýþýnda yeni ve rasyonel refah kapýlarý açar. Bunlar içinde yükselmenin yolu da, “torpil bulmak” deðil, “çalýþmak” olur.
Böylece “meritokrasi” denen, yani insanlarýn soy-soplarýna, ahbaplýklarýna veya inançlarýna göre deðil, vasýflarýna ve çalýþkanlýklarýna göre ölçüldüðü “adil düzen” geliþir.
Nitekim Türkiye’de de, Özal’dan bu yana, kapitalizm ve özgürlüðün atbaþý gitmesi bir tesadüf deðil. Bundan sonrasý için gereken de, bana sorarsanýz, kapitalizmi daha da geliþtirmek, ama bir taraftan da onun “ahlakýný” tartýþmak ve oluþturmak.