Kara filmler ne anlatýr?

Ekonomik bunalým ertesinde, Avrupa’yý faþizm ele geçirmiþken, II. Dünya Savaþý’nýn arifesinde ve ortasýnda çekilen, propaganda amaçlý olmayan filmlerde iki eðilim vardý: Biri ‘eðlen, dans et, þarký söyle, kederi at üzerinden’ diyordu. Müzikaller bir kaçýþ sinemasýydý, savaþý bir süre için unutmak isteyen izleyici kitlesi için. Bir de bütün bu baský ve tehdidin, yýkým ve katliamýn depresyonu diye tanýmlayabileceðimiz, kökeni çok daha gerilere ve derinlere giden bir karamsarlýkla yapýlan sinema vardý: Þu insan denen varlýk ne kötü, ne sinsi, ne haris, ne kýskanç, ne güvenilmezmiþ, aklý fikri fesat karýþtýrmaktaymýþ ve gözünü kýrpmadan adam öldürebilirmiþ diyen suç filmleri, dedektif öyküleri... Büyük Bunalým yýllarýnda türeyen gangsterler üzerine filmlerin ele aldýðý yeraltý dünyasýndan, profesyonel tetikçilerden farklý biçimde ihtiraslarýna yenilen sýradan insanlarýn iþlediði suçlarý ve özel dedektiflerin soruþturmalarýný (private eye) anlatan yapýmlardý, bunlar.

Raymond Chandler, Mickey Spillane, Dashiel Hammet, James Cain gibi Amerikalý yazarlarýn, Ýtalya’da giallo (sarý dizi), Fransa’da Gallimard yayýnevinin çýkardýðý polisiye romanlardan oluþan Serie Noire (kara dizi) denen türün insana yönelik kötümser tavrý beyazperdedeki karþýlýklarýný siyah beyaz filmlerin gölgeleri arasýnda buluyordu.

II. Dünya Savaþý sona erip Alman iþgali altýndaki Paris’te sansür kalkýnca Marcel Carne’nin otuzlu yýllarýn sonunda çektiði Sisler Rýhtýmý ve Hayvanlaþan Ýnsan serbestçe izlenir oldu. Amerikan filmleri de birbiri ardýna gösterime girmeye baþladý. Ýki Fransýz eleþtirmen Nino Frank ve Jean-Pierre Chartier 1946 yýlýnda art arda John Huston’ýn Malta Þahini, Otto Preminger’in Laura, Edward Dmytryk’in Murder ve My Sweet, Billy Wilder’ýn Çifte Tazminat ve Fritz Lang’ýn Penceredeki Kadýn’ýný izleyince film noir üzerine makaleleler yazdý. Ünlü sinema tarihçisi Georges Sadoul dahil, bazý eleþtirmenler edebiyat ve sinema yapýtlarýndan noir olarak bahsetmiþ olsa da Nino Frank “film noir” teriminin ilk kullanýcýsý olarak kayýtlara geçti.

Müzikal kaçýþ sinemasýysa, Kara film ‘çöküþ sinemasý’dýr. Sevilene duyulan güvenin, insanlýða inancýn, geleceðe umudun çöküþüdür. Mekanlara kasvet, karakterlere melankoli, ýþýðýn üzerine karanlýk, kamera hareketlerine rehavet çöker... Kimse masum deðildir, herkes kuþku, korku ve ihanet  içindedir. Erkekler kadýn düþmanýdýr, kadýnlar ölümcüldür! Kahraman yoktur, anti-kahraman vardýr. Dünyaya faþizm egemen olmuþken karamsar olmamak elde midir?

Ýnsan doðasýndaki sadizm, kinizm ve þehvet düþkünlüðü gibi karanlýk nitelikleri, zaaflarýný ve hýrslarýný, hafýza kaybýna uðramýþ zihinleri, travma geçirmiþ kiþilikleri irdelemek de sanatçýlarýn, hele sinemacýlarýn kendi kinik yaný olsa gerek! Hemtekinsiz sokaklarda yanýp sönen neonlarýn, klostrofobik mekanlarýn, sürekli sigara içen karakterlerden yükselen dumanýn cazibesine nasýl karþý koysunlar!

Orson Welles’in Þangaylý Kadýn ve Bitmeyen Balayý, Henri Georges-Clouzot’nun Karga ve Þeytan Ruhlu Ýnsanlarý’na dek olaðanüstü filmler, Humphrey Bogart, Alan Ladd-Veronica Lake ikilisi misali ikonlar  yaratan klasik dönem kara filmleri hala izlemeye doyum olmuyor...