

Suriye Devrimi'nin 1. Yıldönümü vesilesiyle Şam'daydık. Üstelik 8 ay sonra bu ikinci gidişimizdi... Bu yüzden kıyaslı bir izlenim paylaşma fırsatımız da oldu...
Şam caddelerindeki devrim kutlamalarını anlatan sloganı manşete aldım.

Zira Suriyelileri din, dil, ırk ayrımı yapmadan omuz omuza güneşin doğuşunu izlerken resmeden panoda "Karanlık günler geride kaldı. Aydınlık günler geliyor" mesajı vardı.

İlk durağımız Kasiyun Dağı oldu...
Hani şu Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Eş Şara ile bir fincan acı kahve içip izledikleri yamaçtan aşağıya baktık...
Ve dağın yamacından Şam'a gece karanlığında baktığımda gördüğüm ışıl ışıl manzara açıkçası umutlarımı artırdı... Zira 8 ay önce daha karanlık görünmüştü gözüme Şam...
Bize rehberlik eden Süfiyan, "Ağabey bir hafta önce 24 saat elektrik verilmeye başlandı" diye biraz da içini içine sığmayan bir çocuk sevinciyle paylaştı gelişmeleri... Esed döneminde günde 2-4 saat elektrik verilebildiğini düşünürseniz insanlık için küçük, ama Suriyeliler için büyük gelişmelerdi bunlar...
Ekmeğin karneyle dağıtıldığı günler geride kalmıştı, bereketli dönem başlamıştı açıkçası... Bunu da bir güzelleme için yazmıyorum. Örneğin ortalama memur maaşının aylık 25-30 dolardan 150 dolar seviyesine çekilebilmesi bu durumun bir yansıması... Ancak şunu da hemen söylemeliyim ki daha yapacak dünya kadar iş var. Düşünün ülkede kredi kartı geçmiyor.

Tüm işinizi nakit çözmeniz gerekiyor. Bir dolar yaklaşık 12 bin Suriye Lirası ve işin acı yanı elinize parayı her aldığınızda Suriye'nin eli kanlı diktatörü Esad'ın yüzünü görüyorsunuz. Çünkü hala dolaşımda o para var...
100 dolar bozdurduğunuzda size üç balya para veriyorlar... Ama güzel haber birkaç hafta içinde hem paradan üç sıfır atılacak. Hem de Esed'in yüzünü görmekten kurtulacak Suriyeliler...
Özellikle Suriye'ye yönelik kısıtlamaların kaldırılması beklentisi had safhada bu yöndeki her olumlu açıklama, işaret sevinçle karşılanıyor.
Öncelikle şunun altını çizmek istiyorum.
Türkiye olarak kaybedecek vaktimiz yok...
Türkiye'nin lider GSM şirketlerinin Suriye'de hızlıca varlık göstermesi büyük avantaj sağlayabilir...

Örneğin kiraladığımız araçta Elon Musk'ın Starlink'i üstünden internet olduğunu görünce açık söyleyeyim ben şoke oldum. Hem aracımızı kullanan hem de canımızı emanet ettiğimiz, 24 Şef Kameramanı Uğur Tüney ile birlikte İdlib'de aynı ekmeği bölüşen Muhammed, modemi bin dolara aldığını aylık sınırsız 100 dolara internet kullandığını söyledi... Ama nasıl bir hız var anlatamam hele ki Suriye şartlarını düşününce bulunmaz nimet gibi bir durum oldu.
Özetle doğa hiç boşluk kaldırmıyor.

Şaşkınlık yaşadığım bir başka olaysa otelin önündeki taksiler oldu. Zira Çin çoktan Şam'a dalmış, elektrikli araçlarını yollamış, istasyonları kurmuş... Net olarak içimden neden Çin otomobili olacağına TOGG olmasın diye geçirdim. Otomobil demişken çok ilginç bulduğum bir meseleyi daha paylaşayım. Şam'da çılgın bir aksiyonlu trafik var. Herkes kafasına göre araç kullanıyor. Ama kaos içinde de bir düzen oluşmuş. Esas dikkatimi çekense sürücüler birbirinin önüne araç kırıyor. Tersten giriyor. Ya da geri geri geliyor. Ama ne bir korna çalıp isyan eden, ne aracından inip camları yumruklayan var... Önce nasıl bu kadar sakin kalabiliyorlar diye düşündüm, sonra aklıma bizim araçtaki biri keleş, üç silah geldi... Yani trafikteki herkesin silahlı olması beraberinde bir zorunlu hoşgörü getirmiş sanki...
Gelelim devrim sevincine...
Baas rejimi ve baba-oğul Esadlar nasıl bir kanlı, baskıcı rejim kurmuşsa insanlar kutlamalardaki sevinç çığlıklarını kornalarla yansıtıyor gibiydi... 8 Ekim'i beklemeden her akşam Emeviye Meydanı'na akın edenler ellerinde Özgür Suriye'nin bayrağı, çiçeklerle, gönüllerince eğleniyordu. Üstelik de binlerce insanın aktığı meydanlarda en ufak bir taşkınlığa da denk gelmedik. İnsanlar özgürlüğe öylesine susamış ki, gece yarısından sonra saat 3 hatta 4'e kadar müzik, korna sesi, havai fişek patlamalarını dinleyerek uyuduk kaldığımız otelde... Silah seslerinin yerini havai fişek sesi almıştı artık...

Şunun da altını çizmek istiyorum. Türkiye'den geldiğimiz gören herkes kameraya bir şeyler anlatmak istiyordu. Kimi mülteci olarak Türkiye'ye sığınmış şimdi ülkesine dönmüş... Kiminin yakınları Türkiye'deymiş... Sürekli olarak öğrendikleri Türkçe kelimeleri bizimle paylaşmak isteyenlerle karşılaştık... Bol bol hatıra fotoğrafı çektirdiler... Suriyelilerin büyük kısmının yüzünü Türkiye'ye döndüğünü söylesek abartı olmaz sanırım. Örneğin uçakta yanımızda oturan bir genç hem iyi Türkçe konuşuyordu. Hem de sağlık sektörüyle ilgili Türkiye ile Suriye arasında bir köprü kurmaya çalıştığını anlatıyordu.
Uçak Şam Havalimanı'na teker koyduğunda hemen arkamda oturan gencin "Ağabey hoş geldiniz" demesi, benim "Siz de hoş geldiniz" deyip ardından "bizim de ülkemiz sayılır" sözlerimin oluşturduğu sıcak hava gerçekten meseleyi özetler gibiydi...

Havalimanından çıkarken ülkesine Türkiye'den dönüş yapan bir doktorun ailesiyle kucaklaştığı anlar, sevinç gözyaşları, her şeyi özetliyordu aslında... Kendisine nasıl hissettiğini sordum çat pat İngilizcemle "Ben Türkiye'den geliyorum, ülkeme hizmet edeceğim" diye Türkçe cevap vermesi... Erdoğan diye ağzımdan çıkan gayri ihtiyari ifadeye elini kalbinin üstüne koyarak "Baba" diye cevap vermesi, yanındaki anne, babasının gözlerindeki sevinç gözyaşları milyonlarca kelimeye bedeldi belki de...

Tabii bunlar izlenimler bir de üç başlık altında özetleyebileceğimiz zorlu sınamalar var...
Öncelikle güvenlik meselesi...
Herkesin aklında iki soru var...
Terör Örgütü PYD ne olacak?
İsrail'e karşı nasıl bir askeri tertip olmalı?
Şam'daki güvenlik güçlerinin büyük bölümü Cumhurbaşkanı Eş Şara'nın en güvendiği isimlere bağlı özellikle Halep ve İdlib'deki askerler, polisler ve en azından bize söyledikleri bu saatten sonra ne İsrail'e ne de PYD'ye ülkeyi teslim etmeyecekleri yönünde...
Esad ülkeden kaçarken son ihanetini yapıp Suriye Ordusu'nun mühimmat depoları, savunma sistemleri ve kritik mevzilerinin koordinatlarını İsrail'e verdiği için şimdilik Suriye Ordusu beklendiği kadar güçlü değil. Ancak mesele meskun mahal çatışması, kara savaşı olduğunda da epey gözü kara yorumlar yapıyorlar. Yani en azından Şara'ya bağlı askeri güçlerin emriyle gözünü kırpmadan ölüme koşabileceği hissiyatını aldığımı söylesem abartılı olmaz... Ama dilekler elbette 13 yıldır iç savaş yorgunu olan ülkenin yeni çatışmalara girmek zorunda kalmadan, dirliğini, birliğini koruyabilmesinde yana...
Cumhurbaşkanı Eş Şara'nın ikinci büyük sınavıysa siyasi birlikteliği ve istikrarı korumak... İlk yılın karnesi kucaklayıcılık, temsilde adalet konusunda epey olumlu görünüyor. Lazkiye'de Esad artıklarının darbe girişimi sırasında ortaya koyduğu soğukkanlı politikalar meseleyi suhuletle çözmesi takdire şayan, aynı zamanda İsrail'in kışkırttığı Dürzilerin, Arap Aşiretler tarafından dizginlenmesi de keza öyle... O günlerde hatırlarsınız İsrail, Şam'da Genelkurmay Başkanlığı binasını, Cumhurbaşkanlığı yakınını bombalamıştı...
O gün binlere kişinin araçlarına atlayıp Şam hükümetine desteğe koşması belli ki bazılarının planlarını revize etmesine sebep olmuş...
Son olarak elbette ihya ve inşa süreci meselesi var. Şam'da uzun yıllardır inşaat yapılamamasından kaynaklı ev fiyatlarının fahiş rakamlarda olması bir yana özellikle Şam'ın dış mahallelerinde Esad muhaliflerinin yaşadığı yerler tam anlamıyla perişan edilmiş...

Savtek Dergi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Alabarda ile varil bombalarıyla hedef alınan binaları gördüğümüzde savaşın acı yüzüyle Gazze'den sonra bir kez daha yüzleştik...
Kendi halkını Esad'ın İran ve Rusya desteği ile nasıl katlettiğini anlamak için binaların haline bakmak yeterde artardı bile... Bazı binalardaki hasar deprem olsa bu kadar olmaz dedirten türdeydi... Özellikle hızlı bir yenilenme sürecine ihtiyaç var. Asrın felaketinin ardından Türkiye'nin 11 ilde ortaya koyduğu büyük başarıyı hem övüyor hem de Suriye'ye de bu tecrübenin aktarılmasını umuyorlar. Çünkü sadece Şam değil, Halep, İdlib gibi şehirlere de bir Murat Kurum eli değmesi şart gibi görünüyor.

Şam'da tarihi Emevi Camii'nde Cuma'ya gitmek de nasip oldu. Camiye girmeden önce de Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi ve hemen yanındaki Türk şehitleri için dua etme imkanı bulmuştum. Namazdan önce önümde oturan baba ile oğlunun bir fotoğrafını çektim. O an aklımdan bin 300 yıldır tam da oturduğum yerde oturup dua edenlerin neler dilediğini düşündüm. Elbette en çok, birlik ve dirlik dilemiş olmalıydılar. Zira 13 asırdır yaşadığımız bu coğrafyanın en çok ihtiyaç duyduğu mesele hep birliğin, dirliğin kardeşliğin korunması meselesi oldu...

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kardeşlik Kuşağı" diye anlattığını başarmaya ne kadar yakınız diye düşündüm o an...

Ecdat yadigarı Abdülhamid Han tarafında inşa ettirilen Hamidiye Çarşısı'nın önündeki hareketlilikle umutlandım, içeri girdiğimizde gördüğüm yorgunluk, bakımsızlıkla hüzünlendim... Ecdat Yadigarı demişken elbette Hicaz Demiryolu İstasyonu'nda da kısa da olsa bir mola verdik. Daha önce Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu ile ziyaret etmiştik... Ve Türkiye, Ürdün, Suriye arasında imzalanan Hicaz Demiryolu mutabakatının bir an önce hayata geçirilmesi dileğimi paylaştım... İnşallah beraberinde Irak'taki Kalkınma Yolu Projesi de hayata geçirilir. Bölgemiz, kan, gözyaşı ve terörle değil, huzur, barış ve kalkınma ile gündem olur...

Şam'dan ayrılırken de aklımda hep aynı soru vardı? Neden İngiliz, Alman, Fransız, Belçikalı, Avusturyalı sınırları kaldırıp birbirine özgürce seyahat edebilirken, bizler sınır komşularımızla bunu başaramıyoruz? Herkes kendi cevabını kendi versin... Benim Şam izlenimlerim bu kadar...
İnşallah "Karanlık Günler Geride Kaldı" diye umutluyuz...
Kalın sağlıcakla...