Ýhsan Oktay Anar nefis hikâyeler anlatýr kitaplarýnda. Ege Üniversitesi Felsefe Bölümünde uzun süre hocalýk etmiþ Anar’ýn en ilginç kitaplarýndan biri Kitab-ül Hiyel’dir. Mekanik bilimi diyebiliriz ‘hiyel’ için. ‘Eski zaman mucitlerinin inanýlmaz hayat öyküleri’ vardýr bu romanda. Bu harika romanýn sonlarýnda, rastgele seçilecek bir kelime üzerine hikâyeler anlatýlmasý söz konusu olur. Çýka çýka “kör” kelimesi çýkar. Bu kelimeyi esas alan birkaç hikâye arasýnda biri var ki, “karanlýk saçan anlayýþlarý” özetlemesi bakýmýndan günümüzdeki tartýþmalara da “ýþýk” tutuyor. Bir sakar hýrsýz gire gire bir sihirbazýn evine girer. Kediyi köpeði uyandýrýr ve yakalanýr. Ama kendisine öylesine acýndýrýr ki, sihirbaz ‘dile benden ne dilersen’ der. Hýrsýz da karanlýkta görme becerisi ister sihirbazdan. Bir þartla kabul eder sihirbaz bunu. Karanlýkta görecek, ýþýkta göremeyecektir. Hýrsýz kabul eder ama bir sonraki gece heybeyi altýnlarla doldurmak telaþýndan iþini bitirmeden aydýnlýða yakalanýr ve zar zor evine ulaþýr. Daha sonra yalvar yakar sihirbazý tekrar bulur. Sihirbaz ona aydýnlýkta görebilmesi için karanlýk saçan bir fener verir. Böylece elindeki fener karanlýk saçtýðý için, o etrafýný görür ama kimse onu göremez ve yalnýzlýða mahkûm olur.
Bu hikâye bana 28 Þubatçýlarý hatýrlatýr hep. Hepsi ellerinde karanlýk saçan fenerlerle dolaþtýlar. Sadece birbirlerini gördüler ve gerçekleri, aydýnlýðý, ýþýðý hiç göremediler.
Ellerinde karanlýk saçan fenerle dolaþanlarýn baþýnda o zamanýn karanlýk sevdalýsý bazý askerler olsa da sorumluluðu sadece onlarla sýnýrlý tutmak olmaz. Ellerindeki fenerlerle onlara karanlýk tutan medyayý, yargýyý, Anadolu sermayesinden korkan büyük sermayeyi, faiz lobisini, bazý yabancý mihraklarý, güya sivil toplum iddiasýndaki bazý mahfilleri, üçlü beþli çeteleri anmamak olur mu? Böylesi karanlýktan gelen talepleri ‘hazýr ol’ vaziyetinde kabul eden siyasileri saymamak mümkün mü? Partisini yüzüstü býrakýp giden bakan ve milletvekillerini Türkiye ve Ýzmir hafýzasýna not etmemiþ olabilir mi?
O dönemin çok önemli bir ‘karanlýk saçan fener odaðý’ daha var. Dönemin YÖK yönetimi ve birkaç istisna ile üniversite rektörleri. Bunlarýn saçtýðý karanlýktan henüz kurtuluyoruz.
Bu karanlýk dönemi üniversitede hoca olarak yaþamýþ bir kimse olarak öylesine doluyum ki ne söylesem içimi serinletmem mümkün deðil. Yaþanan hukuksuzluklarý, mahkeme kararý olmadan öðretim elemanlarýný en doðal haklarýndan mahrum eden rektörlerin uygulamalarýný nasýl unutabilirim? Okumaktan baþka dertleri olmayan kýzlarýmýzýn gözyaþlarý, bugünün kýzlarý için ýþýk saçan fener oldu adeta. Karanlýk saçan fenerlerle dolaþan o zamanýn YÖK ve üniversite yönetimlerini bu toplum sanal ortamda mutlaka mahkûm etmeli. Bence en önemli husus, bu anlayýþlarýn toplum vicdanýnda mahkûm olmasý... 28 Þubat yargýlamasý baþlamadan, kýzlara baþörtüsü zulmünü reva görenler için, 1 Nisan 2012 tarihli “Gençler ve Ýzmir” baþlýklý yazýda þöyle söylemiþtim: “Bir gün kadýna karþý þiddet uygulayanlar sanal ortamda yargýlanacak olur da Nur Serter yargýlanmazsa, o günlerde akýtýlan gözyaþlarý sel olur, sanal ortamý bile kaplar.” Elbette intikam peþinde deðiliz, bu da zaten “sanal ortam” kelimesiyle belli olmuyor mu?
Bitirmeden size bir soru: Karanlýk saçan fener taþýyýcýlarýnýn kýlavuzu hangi tepedeydi?
Yarýn 23 Nisan. Birinci TBMM yine bir 23 Nisan günü açýlmýþtý. Birinci TBMM’deki ruha ne kadar muhtacýz!.. 28 Þubat yargýlamasý millet iradesine kastedenleri bulup çýkarmalýdýr ortaya.