Önceki yazımda, gündeme getirilmeye çalışılan 'Kültür Savaşlarını" sade bir şekilde ele alacağımı belirtmiştim.
Gündeme getirmek istiyorlar çünkü ürkmüş durumdalar.
Bilumum sol, Kemalist, laik ve dahi dinsiz tayfa son dönemde Bakan Yusuf Tekin'in taarruzundan fena halde paniklemiş durumdalar.
MEB'in "Peygamber Sevdalıları Vakfı" ile yaptığı protokol gönüllülük esasına dayalı, isteyen öğrenci Siyer, Sahabe hayatları ve manevi inanç değerleri dersleri alabilecek.
Okullarda; özümüze dönme, değerlerimizle barışma, kadim medeniyet kodlarımızı gün yüzüne çıkarma hareketinden paniklemiş olanlar bir de şahsiyetli Müslümanların, Şehir Tiyatrolarında sahne alacak "Karımın Kocası" isimli edepsiz, ahlaksız, değerlerimize söven bir tiyatro oyununa müdahale ederek oynanması engellenince paçalar tutuştu.
Bu tayfa muarız tayfa der geçeriz. Ve fakat ihtiyatlı da olmak icap eder. Zira bunlar şerde birleşme kararı aldıklarında Evanjelistlerle Siyonistler gibidir. Birbirlerini asla ısırmazlar.
Gelelim dilimiz döndüğünce Kültür Savaşlarını konu etmeye.
Kültür savaşları, yalnızca bir milletin kimlik arayış mücadelesi değil, aynı zamanda onun hayatta kalma refleksidir.
Tanzimat'tan beri Türkiye'nin medeniyet çatışması ve kimlik karmaşasının neticesi, "modernleşme" ile "manevi değerler" arasında sıkışıp kalan bir toplumun kültür labirentinde kaybolmasıdır.
Ve fakat gelin, bu kültürel labirente bir ayna tutalım; hüzmeleri ne tarafa düşüyor, bakalım.
Jön Türklerin "modernleşme" maskaralığından Cumhuriyet'in dil devrimine, dijitalleşmenin sanal kimlik oyunlarına kadar...
Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı, Batı'yla aramızdaki mesafeyi kapatma çabası değildi; trajikomik bir "Batı taklitçiliği" modeliydi.
Toplum, henüz "vatan" kavramını hazmedememişken, kalemi eline alan aydın olduğunu iddia edenler Batı'nın kültürünü hanelerimize soktu.
Bu oyun vatan ya da toplum için değil, kendilerini Batı saraylarında hayal eden elitler içindi.
Daryush Shayegan'ın "Yaralı Bilinç" eserinde ifade ettiği gibi, bu dönemin entelektüelleri, Batı'yı anlamak yerine onun cilasını kopyaladı.
"Vatan, millet, Sakarya" sloganları halkla elitler arasında "modern" şaşkınlıklar oluşturdu.
Tanzimat'la başlayan süreç Cumhuriyet günlerinde iyice etkinleşti ve aydınlar(!), siyasiler ve devlet adamları Batı'yı taklit etmeye çalışırken, belki de Tanzanya'daki yerel bir aşiretin dahi kendi kimliğini koruma çabasını örnek alsalardı, daha anlamlı bir modernleşme deneyimi yaşanabilirdi.
Abdülhamid döneminde, "modernleşme" çılgınlığı bir nebze durakladı. Bu sefer sahnede, dinî değerlerin birleştirici gücü vardı.
Abdülhamid, Batı'nın teknolojisini kullanırken, aynı Batı'nın kültürel hegemonyasına meydan okuyordu.
Paris'teki Peygamber Efendimize (s.a.v.) hakaret eden tiyatro oyununu diplomatik yollarla durdurması, şahsiyetli bir duruştu.
Cumhuriyet ilan edildiğinde, modernleşme artık bir tercih değil, zorunluluktu, uymayan cezalandırılıyordu.
Ve fakat "modernleşme" algısı, "değerlerden kopuş" anlamına mı gelmeliydi?
Harf İnkılabı, laiklik ve kılık kıyafet devrimi modernleşme dürtüsüyle toplumu kökten değiştirdi.
Cemil Meriç'in "kültürel intihar" olarak adlandırdığı Cumhuriyet reformları, halkı geçmişinden koparıp, gelecekte tanımlanamayan bir kimliğe mahkûm etti.
Peki, bu mahkûmiyet modernleşmenin bir başarısı mıydı, yoksa başarısızlığın ta kendisi mi?
Ne Tanzimat'ın aydınları ne de Cumhuriyetin devrimcileri, dijitalleşmenin getirdiği kimlik karmaşasını hayal dahi edemediler.
Sosyal medyada modernleşme ve gelenek bir "like" tuşunda birleşirken, ahlaki değerler algoritmaların kurbanı oldu.
Emperyal güçlerin sinema ve tiyatro ile başlattığı kültür savaşları, günümüzde TV ve Netflix dizileri ve TikTok videolarıyla devam ediyor; toplumun kolektif hafızası sürekli travma geçiriyor.
Nihayetinde Türkiye'nin kültür savaşları, trajik bir parodi olarak karşımızda.
Tanzimat'ın taklitçiliği, Cumhuriyet'in radikalizmi ve dijital çağın kimliksizliği en büyük sorunumuz olarak devam ediyor.
Geçmişten elde ettikleri tecrübeler ışığında kültür savaşlarını bütün hızıyla sürdüren emperyal güçler bu savaşı sürekli güncelleyerek yeni versiyonlarını sahaya sürüyorlar.
Günümüzdeki versiyonu ise belki 10. belki de 100. versiyonu.
Versiyonlar sürekli değişse de hedef hep aynı: Toplumu değersizleştirmek, ahlaksızlaştırmak.
Emperyal güçlerin içimizdeki tayfalar marifetiyle bütün hızıyla sürdürdüğü bu savaşlara karşı bir mücadele de var. Bu sayede bu savaş henüz kaybedilmiş değil.
Özellikle MEB bu savaşa karşı ciddi taarruzlar gerçekleştirdi. Müfredat değişikliği bu taarruzların en etkili olanıydı. Ve dahası da devam ediyor.
İnşallah bu taarruzun sonuçlarını çok yakında görmeye başlayacağız.