Uluslararası ilişkilerimizde yoğun bir “kavram kâbusu” yaşıyoruz.
PKK’nın, yetmiş iki milletten oluşan bir terörist örgüt olduğunu, Kürtlerin bağımsızlığı için mücadele etmediğini, tam aksine; en büyük zararı Kürtlere verdiğini 30 yıldır anlatamıyoruz.
PYD’nin; o bölgedeki Kürtleri zorla kovduğunu söylüyor, “Türkiye’de farklı etnik kökenlere mensup 3.5 milyon Esad mağduru mülteci var ama 350 bin de PYD mağduru Kürt var” diyoruz ama kimse duymuyor.
İnsanın çıldırası geliyor. Batı dünyası sanki uzayda yaşıyormuş gibi bu gerçeklerin hiçbirini anlamıyor. Avrupa’dan Amerika’ya herkes, teröristlere ısrarla “Kürt” diyor. İlk düğme “yamuk” iliklenince de, devamındaki her adımda bu yamukluk katlanarak artıyor. “Türkiye Kürtlere karşı askerî harekât düzenledi” oluyor, “Neden Kürtleri öldürüyorsunuz” soruları peş peşe geliyor, azılı bir terörist “Kürt general” yapılıyor!
Sadece bu mu?
Türkiye, hem insana hem İslam’a düşman olan DEAŞ ile mücadele için yırtınıyor ama bunu görmeyen (!) Batı “Türkiye DEAŞ’a destek veriyor” diye bir yalan atıyor; herkes buna inanıyor.
Daha nice örnekler var…
Peki, nedir bu kör döğüşünün sebebi? Biz derdimizi anlatamıyor muyuz?
***
Maalesef o kadar basit değil. Tam aksine, hâlâ doğruları anlatmak için dil dökmemizin beyhude bir çaba olduğunu düşünüyorum.
Batının kamuoyu değil ama yöneticileri, siyasetçileri, gazetecileri bunları çok iyi biliyor.
“O halde neden böyle davranıyorlar” derseniz, “Haçlı genleri”nin gereğini yapıyorlar. Asırlar önce Anadolu’da Müslümanları kılıçtan geçiren şövalyelerle, bugün; gözümüzün içine baka baka “Türkler, Suriye’de Kürtleri katlediyor” iftirasını atanların sadece kostümleri ve “silah”ları farklıdır.
Bugün artık emperyalist operasyonlar “algı”lar üzerinden yapılıyor. Bazı kritik bölgelerde gördüğümüz silahlı çatışmalar, algı savaşları ile elde edilen sonuçların sahada tescilinden ibarettir.
Ama Türkiye’nin son yıllarda muhatap olduğu dış operasyonlar, algı savaşının da ötesindedir. Zira hiç tasvip etmesek de “savaş” dediğimiz eylem en azından; kendine has hukuku olan bir mücadele biçimidir. Dolayısıyla “algı savaşı” da meşru çerçevede yürüdükçe söylenecek fazla bir şey yoktur.
Ama bize uygulanan şey; algı savaşı değil bir “algı terörü”dür.
Ve ne yazık ki, Türkiye; iki ciddi problem sebebiyle bu “algı terörü” ile mücadelede zorlanmaktadır.
Birincisi, bu yapılanın Türkçesi “yalan ve iftira”dır.
Doğrular üzerinden yürütülen kampanyalar çok yıpratıcı dahi olsa söyleyecek sözümüz olamaz. Ama bizi kuşatan Batı kaynaklı bu saldırıların ne kadar doğru bilgilere dayandığına herkes kendisi karar versin.
Diğer problemimiz ise bu saldırılara karşı koyması gerekenlerin büyük bölümünün; maalesef saldırganlarla birlikte hareket etmesidir. Bu savaş yönteminin en berbat tarafı, cephelerin; Çanakkale’deki gibi net olmaması sebebiyle ülkenizdekilerin de size ateş edebilmesidir.
Ülkeyi yönetmeye talip olan muhalefet lideriniz, “PYD terör örgütü değil, vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşumdur” diyorsa veya teröriste “Kürt savaşçı” deniyorsa elin Haçlısına ne diyebilirsiniz ki?..
***
İşin özü şu: Dünyanın en belalı coğrafyasında yer alan Türkiye’nin en zayıf halkası “yerli ve millî bir ortak payda” oluşturamamasıdır.
Asıl “beka meselesi” de budur.