Kaşıkçı cinayeti ve güvensizliğin normalleşmesi

Kaşıkçı cinayeti tüm dünyada, vahametiyle orantılı bir etkiye yol açtı. Olayın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine rağmen cesedin akıbeti bilinmezliğini koruyor. İlk El Cezire'de çıkan asitle eritildiği iddiası hakkında henüz Türk yetkililerden bir açıklama gelmediğinden bu bilginin doğruluğundan emin olamıyoruz. Ancak süreci ilk günden itibaren takip edenler, öldürülme şeklinin boğulmak ve bedenin parçalanması şeklinde olduğu netleştikten sonra özellikle, cesedin asitle eritildiği iddiasının da doğruluğuna pirim vermeye başladı.   

*** 

Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1. Dünya Savaşı'nın sona erişinin 100. yılı dolayısıyla Fransa'da gerçekleştirilen toplantı öncesinde yaptığı açıklama ile bir süredir medyanın gündeminde olan ses kaydını doğruladı. Kaşıkçı'nın öldürülme anına ait ses kaydının Suudi Arabistan, ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere istihbaratına iletildiğini söyledi. Böylece söz konusu ülke liderlerinin daha yanına varmadan cinayetle ilgili sorumluluklarını bir kez daha hatırlatmış ve gereğini yapmadıklarını bu vesileyle söylemiş oldu. 

Zira Kaşıkçı cinayeti, hiçbir ülkenin bigane kalamayacağı kadar büyük ve her demokratik ülkeye sorumluluk yükleyecek önemde bir olay. Çünkü uluslararası ilişkilerdeki yerleşik düzeni altüst edecek ve güven ilişkisini tüm ülkeler için sorgulanır hale getirecek bir hadise yaşandı. Vaziyet bu iken, Suudi Arabistan'a sorumluluk yüklemek işi sadece Türkiye'ye havale edilemez. Aksi durumda söz konusu ülkeler, cinayete göz yummuş olacak, bu da uluslararası ilişkilerde güvensizlik ortamının normalleşmesi anlamına gelecek.   

*** 

Fransa Dışişleri Bakanı, "Türkiye Kaşıkçı cinayetinin ses kayıtlarını vermedi, Erdoğan politik bir oyun oynuyor" derken sadece terbiyesizlik yapmıyor, aynı zamanda Türkiye'nin son dönemdeki yükselen profilini de hedef alıyor. Türkiye bir süredir, başta Suriye sahası olmak üzere, pek çok alanda Batılı ülkelerin çoktan terk ettiği -aslında zaten hiç üstlenmedikleri- bir rolü, sorun çözen ülke misyonunu üstlenmiş durumda. Üstelik bunu sahip olduğu güç ve imkanlara nispetle çok daha yüksek bir kabiliyetle gerçekleştiriyor. 

15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminden hemen sonra, sahadaki tüm aktörlerden farklı olarak yerli halkın memnuniyetine ve demografik yapıyı muhafazaya odaklı operasyonlarıyla Suriye'nin Türkiye için tehdit oluşturan bölgelerine girmesi ve askeri varlığını Suriye halkının lehine bir müzakere gücüne dönüştürmesi gerçekten dikkate şayan bir başarı. 

Astana görüşmelerini Soçi'deki İdlib mutabakatı takip etti. Bu zaman zarfında İran, Rusya ve rejimden pek çok kere ateşkesi bozucu hamleler gelmesine rağmen Türkiye sürecin devam etmesine azami özen gösterdi. İdlib'de ateşkesin statükoya dönüşmesi ve Rusya'nın yanında Fransa ve Almanya'nın da Suriye masasına dahil edildiği İstanbul Zirvesi, Türkiye'nin önemli diplomasi hamlelerinden oldu.   

*** 

Tam da bu olaylarla yakın zamanda işlenmiş olması, Kaşıkçı cinayeti için neden Türkiye'nin seçildiği sorusunu daha da anlamlı hale getiriyor. Belli ki Cemal Kaşıkçı'nın yanı sıra Türkiye de hedefteydi. Türkiye'den Suudi Arabistan ile ilişkilerde köprüleri atacak bir fevrilik bekleniyordu. En azından, bir süredir düşmanlarının dahi takdir etmek zorunda kaldığı başarılı diplomasi performansına zarar verilebilirdi. Tam tersi oldu. Kaşıkçı cinayeti Türkiye'nin, tüm kurumlarıyla koordineli çalışması sonucu, tahmin edilenden daha hızlı aydınlatıldı ve bu süreç, Türkiye'yi değil başta ABD olmak üzere bu elim olaya yeterli tepki vermeyen Batılı devletleri açığa düşürdü. O yüzden Fransa Dışişleri Bakanı "Erdoğan'ın oyunu var" çıkışıyla ancak kendini ve ülkesini rezil etmiştir.