Katil, böyle girer Ramazan-ı Şerif’e

Şehr-i Ramazan... Rahmet, sabahın, ufuktan başlayarak karanlığa yavaş yavaş hulûl etmesi gibi gelir girer hayatımıza.

Şehrimize gelir. Sokağımıza girer. Büyük, çok kıymetli, çok hatırlı bir misafir gibi hanemizi şereflendirir.

Merhamettir gelen. Başından sonuna kadar alın, bakın Ramazan-ı Şerif’e. Her dakikasına, tattığınız her güzelliğe, tattığınız her mahrumiyete bakın.

Sabahtan akşama kadar hiçbir şey yemeyişinize, su içmeyişinize.

Suyu özleyişinize.

Bir zeytin tanesi dilinize dokunduğunda, bütün zerreleriniz nasıl koşar, tam o noktaya doğru?

Oruçluyken, özlemenize, istemenize, ama kutlu bir buyruğa boyun eğmenin lezzetini tercih ettiğiniz için, dokunmayışınıza.

Paylaşmanıza bakın. İftarın lezzetini veren Allah’ın lütufkarlığını paylaşmanıza.

Yoksulun sofrasına bakın, en çok orada görürsünüz onu.

Çünkü Allah, yoksulun çorbasına daha çok lezzet verir.

Çünkü, “Ramazan-ı Şerif’te, insanlar, Allah’ın misafirleridir.”

Kimi çok mükellef sofralara oturur, orada müezzinin çağrısını bekler ve güneşin, bu menzili terkedip, bir başka menzile doğmasını...

Lezzeti veren, lezzetin sahibidir. O’nun hazinesi sonsuzdur, biz onun sonsuzluğunu tahayyül edemeyiz.

O, mükellef sofralardan eksiltmez nimetini. Ama, yoksulun sofrasına, hiç kimsenin sırrını çözemeyeceği, başka bir lezzet verir. O lezzetten, ancak, o sofraya -edebinizle- konuk olursanız haberdar olabilirsiniz.

Yoksullarla aramızdaki mesafenin artması kadar büyük bir yoksulluk yoktur.

Öyle, uzaktan, nevale paketleriyle yaklaşamayız yoksula.

Rızkın Allah’tan olduğunu bildiğimiz kadar yaklaşabiliriz.

Yani, rızkın, bizden olmadığını, evimize doldurduğumuz nevaleleri, soframızdan taşan nimetleri bizim yaratmadığımızı, Cenab-ı Rabbülalemin’in yarattığını hissettiğimiz kadar yaklaşabiliriz.

Kapımız onlara açık olduğu kadar, kalbimiz onlara açık olduğu kadar yaklaşabiliriz.

Onların bize açık olan kapılarına ne kadar ilgimiz, o hanelerin içindeki kutsiyetten ne kadar haberimiz varsa o kadar yaklaşabiliriz.

Bunların hepsini bir araya getirin, hepsine birden bir isim koyun. Allah, Adem Aleyhisselam’a isimleri öğretti. Orada, Adem Aleyhisselam’dan miras olarak bize intikal eden yetenekten yararlanarak, bir isim koyun.

‘Merhamet.’

Budur Ramazan-ı Şerif.

Dünyada, hayret edilecek, şaşılacak, hayran olunacak hiç bir şey kalmasa, Allah’ın, insanların yedikleri, içtikleri şeylere verdiği lezzet, ‘harika’ ve ‘mucize’ olarak yeterlidir.

Lezzeti, gıdalara verip bırakmadı Allahu Teala. Bize de o lezzeti hissedecek, telezzüz edecek bir imkan, bir kabiliyet verdi.

“Allah zengindir, siz fukarasınız.”

Bu Ayet-i Kerime’yi anlamaya başlamak için uygun bir noktadır burası.

Bugün, Ramazan-ı Şerif.

İçindeyiz Rahmet’in. Her zaman olduğumuzdan daha çok içindeyiz.

Kötü söz, söyleyeceğimiz varsa bile söylemeyiz oruçta.

Bize “Birisi size musallat olursa, ‘oruçluyum’ deyin” diye öğüt verildi.

Yani Ramazandır, insanlara da, yaratılmışlara da, iyi davranmak lazım.

Çiçekleri bile, Ramazan-ı Şerif’in hatırı için, koparmasak olur.

Evet, ‘Alem, bize musahhar kılındı’ ama, kimse insanlara kem bakacak kadar müstağni olamaz.

Böyledir Ramazan-ı Şerif.

Ama herkes tanımaz onu. Ramazan-ı Şerif’le karşılaşmamak için yolunu değiştirenler bile vardır, kimbilir.

Ya da Ramazan’la gelen Rahmet’e karşı, toplarıyla, tüfekleriyle savaşanlar.

Bosna’da, Çetnik’ler, hiç tanıdı mı Ramazan-ı Şerif’i?

İsrail, İbrahim Peygamber’in, Musa Peygamber’in, İsa Peygamber’in dolaştığı vadilerde, Kuds-i Şerif’te, el-Halil’de, Ramallah’ta, Gazze’de, hiç tanıdı mı?

Hama katili Hafız Esed’in oğlu Beşşar, geri durdu mu kan dökmekten, var mıdır onların Rahmet’ten, merhametten bir nasipleri?

Ya da, dün, Arefe günü, sabah namazında, insanlar secdedeyken, insanlar kıyamdayken, rükudayken, askerlerine ‘öldürün’ emri veren nasipsiz cuntacının...

Haberi var mıdır Ramazan-ı Şerif’ten?

Belki, bir sağdan, bir soldan genç adamlar asan yerli darbeci Kenan Paşa gibi veya katil 27 Mayısçılar gibi, 28 Şubatçılar gibi, sülalesinde hacı hoca da vardır.

Belki, bir iftar sofrasında gösterirler o cuntacıyı.

Allah’ın hangi nimetiyle iftar ederse etsin, kâsesinde kan vardır onun.

Bardağıyla, dudaklarına götürdüğü şey, su değil, kandır. Sabah namazında şehit ettiği temiz mü’minlerin, temiz çocukların kanı...

Dünyada da peşini bırakmayacak o kan, Ahirette de.

O zaman, gelecek.

Belki bugün, çok uzakta görüyorlar. Ama, geldiğinde, ‘ne çabuk geldi?’ diyecekler.