Katliamlarda suçlu sinema değil, silah ticareti

ABD’deki her silahlı katliamın ardından hemen ortaya hiçbir bilimsel ya da manevi dayanağı bulunmayan fikirler ileri sürerek tartışmaların yönünü saptıracak, konuyu bulandıracak yazarlar, araştırmacılar, politikacılar çıkar. Büyük bir olasılıkla devasa silah endüstrisinin lobicileri tarafından açık ya da örtülü biçimde desteklenen kişilerdir. NRA - National Rifle Association zaten tek başına en büyük lobiyi yapar.

Sandy Hook İlkokulu’ndaki katliamın ardından da yeterince saçma sapan görüş saçıldı ortalığa... Türkiye’de de sık sık toplu katliamlar yapılıyor. Biz kişisel husumetler ya da tarla sınırı gibi sebeplerle kan davası güdülmesini, aile içi anlaşmazlıkların cinayetle çözülmesini, bazen bizzat kanuni merciler aracılığıyla kan parası ödenmesini, vs. olağan karşılayan bir toplum olduğumuz, her katliamda bir “hafifletici sebep” bulabildiğimiz için sosyolojik tartışmalara gerek görmeyiz. Ama ABD’de bir olay patlak verince oradaki lobici iddiaları kendi damak tadımıza göre baharatlandırarak sunmayı ihmal etmeyiz.

Oysa mesele çok basittir: Nüfusu kadar silahın bulunduğu bir ülke olan ABD’nin bu kadarla kurtulduğuna şükretmesi lazım. Ruh sağlığına bakılmaksızın milyonlarca kişiye birden fazla silah bulundurma ruhsatı veriliyor. Taşıma ruhsatı da cabası!

Kısa bir süre önce savaş sonrası travmasından mustarip bir Irak gazisinin evinde, hepsini yasal yoldan edindiği, tam on tane tüfek bulundu! Kıyametin yaklaştığını ve Obama yeniden seçilirse kopacağını söylemiş yakınlarına, kendini korumak için de sürekli tüfek satın almış. Yakınlarının ihbarı sonucu evine giden uzmanlar başkalarına ve kendine zarar vermeden 26 yaşındaki hasta gaziyi tedavi altında aldı. Bir adamın, hele bir gazinin -yani insan öldürme eğitimi almış birinin- bu kadar silah bulundurmasını denetlemeyen bir sistemde cinayetlerden sinemayı ve bilgisayar oyunlarını sorumlu tutan aklıevveller çıkıyor.

***

Daha birkaç ay önce yeni Batman filminin bir gösterimi sırasında çizgi roman ve filmin kötü adamı Joker gibi makyaj yapmış bir caninin baskınına tanık olduk. O zaman yazdığım yazının başlığını filmlerde tekrarlanan “silah varsa patlar” kuralına gönderme yaparak koymuş ve yazıyı şöyle bitirmiştim: Kara Şövalye Yükseliyor özelinde değilse de silahlanmayı meşrulaştırma ve yaygınlaştırma genelinde film endüstrisinin suç ortaklığı yeniden tartışılmaya muhtaç. Ancak sözünü ettiğim suç ortaklığı “kendi adaletini kendin sağla” sloganlı filmler. Çoğu ya asker ya ajan ya da polis eskisi olan, bütün meseleleri şiddetle çözen ve hep haklı, doğru, iyi olan maçoların kahramanlaştırıldığı filmlerde frene basılabilir. Çünkü silahlara veda ettirmeyen ve onlardan gelecek tatlı karları kurban yakınlarının acı gözyaşlarından önde tutan bir sistemi meşru gören “yurttaş”ların değerler sistemine “bu halleriyle” olumlu katkıda bulunmuyorlar. İşte “Transformers” işte “Jack Reacher” işte “Kurtlar Vadisi...

Ancak, “Yüzüklerin Efendisi” ve “Hobbit” misali mitolojiden esinlenmiş klasik romanlarından uyarlanan filmler şiddete teşvik etmez kimseyi. Tolkien yapıtlarıyla günümüzün bol testosteronlu şiddet içeren RPG - role playing game / rol yapma oyunlarını birbirine karıştırmak bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktır. Kaldı ki elinde gerçek silah bulunduran kişiler oyun konsollarının başında saatler geçirmez.

Sinemanın ve internetin icadından binlerce yıl önce de insanlar büyük katliamlar yapardı. Film izlemiş, bilgisayar oyunu oynamış da etkisinde kalıp katil olmuş kaç kişi vardır? Ama evinde, otomobilinde silah bulunduran, hele belinde silah taşıyan kişi taammüden cinayet işlemese bile silah taşımasını gerektiren ruh hali yüzünden kolayca elini kana bulayabilir. Çünkü kendisini tehdit ve baskı altında hissettiği anda, kavgaya tutuştuğunda, paniğe kapıldığında ilk iş silahına sarılacaktır.