Kaybettiniz... Beyaz bir sayfa açın!

Genetiğiniz, tarihiniz, siyasi alışkanlıklarınız izin vermeyecektir, ilk fırsatta su koyuvereceksiniz ama umudumuzu korumak istiyoruz.

Beyaz bir sayfa açın...

Rakipleriniz “siyaset alanını” genişletirken, devleti demokratikleştirirken, “dil yasağı, film yasağı, kitap yasağı” gibi saçma sapan uygulamalara son verirken, siz Silivri Cezaevi önüne çadır kurdunuz...

Kaybettiniz...

Bugün (yani dün), başörtülü milletvekilleri konusunda sergilediğiniz olgun tutum (aslında “çaresiz tutum” dememiz gerekiyor) bir milat olsun...

Beyaz bir sayfa açın...

İşte Sarıgül’ünüze de kavuştunuz; “keramet” vehmettiğiniz ve kuş konduracağına inandığınız Sarıgül’le birlikte daha derli toplu, daha olgun, daha “hazmetmiş”, daha oturmuş bir siyasi parti hüviyetine bürünebilirsiniz; farklılıklarımızı değil, ortaklıklarımızı ön plana çıkaran bir politika izleyebilirsiniz. İzlemelisiniz.

Bu fırsatı kullanın.

Beyaz bir sayfa açın...

Eskiden tank peşinden koşardınız; darbeleri ve muhtıraları desteklerdiniz... Darbeler ve muhtıralar da meşruiyetini sizden, siyasi tutumunuzdan alırdı... Bir akrabalık ve kan ortaklığı söz konusuydu.

Bugün darbe destekçiliğinin kaybettirdiği konusunda bir kanaat oluşturmuş durumdasınız, içiniz kan ağlasa da zaman zaman bunu itiraf ediyorsunuz...

Madem neyin kazandırdığı, neyin kaybettirdiği konusunda bir tecrübe edindiniz, bir “aydınlanma” yaşadınız, bunu bir “kazanca” dönüştürün.

Beyaz bir sayfa açın...

Defanslarınızı anlıyoruz... “Cumhuriyet” ve “laiklik” hassasiyeti, sadece bir hassasiyet değil, bir fetiş... Bu fetişle nasıl baş edeceğinizi bilemiyorsunuz. Tek parti dönemindeki kimi uygulamalarla (bu millete çektirdiklerinizle) ödeşmek istemiyorsunuz. Dersim’i konuşamıyorsunuz mesela... Anıtkabir’e “Kabe”, siyasi bir savunma metni olan Nutuk’a “kutsal kitap” muamelesi yapıyorsunuz. Mustafa Kemal Atatürk’ün görüşlerini dogmalaştırmaktan geri durmuyorsunuz...

Dinsel sembol ve remzler yumuşak karnınız...

Dini görünürlük karşısındaki “rahatsızlığınızı” gizleyemiyorsunuz...

Esasında rutin dışı her şey rahatsız ediyor sizi.

Rahatsızlıklarla malul yığınla transfer yaptınız... “Değişim” dediniz, sonra da başörtülüyü “öcü”ye benzeten “militan hemşireleri”, millet iradesini “millet iradesiymiş, ıvırmış zıvırmış, geçin bunları efendim, geçin” diye hafife alan mütekait başsavcıları, farklılıkları “çatışma nedeni” sayan anakronik siyasetçileri, darbecilikle malul başyazarları, darbenin fizibilitesini yapan “tutuklu” başhekimleri “yol arkadaşı” edindiniz... Hâlâ Hüseyin Aygün’e tahammül ediyorsunuz... Süheyl Batum ve Nur Serter gibileri baş tacı yapıyorsunuz...

Hadi bunları yapın da, “defanslarınız” ve “itirazlarınız”, toplumun yürüyüşünü engelleyemiyor gördüğünüz gibi...

Hoşlandığınız ifadeyle söylersek, başörtülü milletvekilleri Genel Kurul’a girdi ve “bir kale daha düştü...”

Bu mağlubiyeti bir fırsata dönüştürün ve toplumun gerisinde kalmadığınızı kanıtlayın.

Beyaz bir sayfa açın...

Bu ülkenin sağlıklı, saygılı, sağduyulu, olgun, ahlaklı, kaliteli, sorumlu bir muhalefete ihtiyacı var.

HAMİŞ:

Ertuğrul Özkök, Ahmet Kaya hakkında attığı “Vay Şerefsiz” manşetini “zamanın ruhu”yla açıklıyor... Bugün olsaymış, o manşeti atmazmış...

Bir şeyi “zamanın ruhu”na yüklemek, o şeyi “kabahat” olmaktan çıkarmıyor.

Ertuğrul Özkök, “Ben bu kabahati işledim, ahlaksızlık yaptım” diyeceğine, dönemin şartları içinde bir “sorumlu” arıyor.

Böyle bir sorumlu yok.

Biricik ve tek sorumlu Ertuğrul Özkök’tür.

Şartlar ne olursa olsun, “ahlaklı” kalabiliyor muyuz?

Mesele bu.