Daha Suriye krizinin baþladýðý günlerde, yani tam iki yýl önce yazmýþtýk, ne ABD’nin ne Avrupa ülkelerinin Suriye’de yönetimi devirmeye yönelik bir arzularý veya planlarý yok diye... Ýki yýl sonra bunu görmeyen kalmadý herhalde. Ne var ki özellikle ABD’nin çekimserliðinin sadece bu ülkede oluþacak yeni yönetimin batý karþýtý bir karakter taþýyabileceði endiþesinden kaynaklandýðýný düþünmemek lazým. Çünkü ABD’nin geçen süre boyunca Suriye konusunda çekimser veya çekingen durmasýyla bugün Ýran’la arasýný düzeltmeye giriþmesi birbirinden baðýmsýz geliþmeler olamaz. Obama’nýn ikinci dönem için seçildikten sonra kabinesinde büyük zorluklarla gerçekleþtirdiði deðiþikliklerin de bütün bu geliþmelerden baðýmsýz olma ihtimali çok düþük bana sorarsanýz.
Öyleyse mesele Washington’da piþirilmeye baþlanan yeni bir dýþ politika yönelimiyle ilgili olmalý.
Baþtan alalým: Arap Baharý sürecini yaþayan ülkeler Türkiye’yi “model ülke” olarak görüyorlardý. Nitekim Mýsýr ve Tunus’ta iþbaþýna gelen kadrolarýn hemen her alanda Ankara’yla uyumlu politikalar izledikleri görüldü. Suudiler ise Mýsýr’da ve Tunus’ta gerçekleþen halk hareketlerini kendilerine yönelik bir tehdit olarak algýladýlar. Zira bu halk hareketlerinin arkasýnda Ýhvan’ýn olduðunu biliyorlardý. Sadece Mýsýr’da ve Tunus’ta deðil, Ürdün’de, Filistin’de ve daha da kötüsü bazý Körfez ülkelerinde Ýhvan çizgisinde Ýslamcý halk hareketleri Suudiler ve müttefikleri açýsýndan ciddi bir tehlike demekti.
Tunus’un “laik” otokratý Zeynelabidin bin Ali’nin devrildikten sonra -onca laik ülke dururken- “teokratik” Suudi Arabistan’a sýðýnmayý tercih etmesi tesadüf deðildi. Mýsýr’da seçimle iþbaþýna gelen Ýhvan kadrolarýný deviren askeri darbeye açýk ve güçlü desteðin Suudilerden gelmesinde de þaþýlacak bir durum yoktu.
Suudiler bu gidiþe Suriye’de dur demeye karar verdiler. Hem de bir taþla iki taþ vuracaklardý. Hem bu ülkede Ýhvan çizgisindeki bir hareketin dizginleri ele geçirmesine izin vermeyecek hem de baþ düþmanlarý Ýran’ýn çok önemli bir mevziini elinden alacaklardý.
Belki de Washington açýsýndan düþündürücü nokta burasýydý. Suriye’deki kavga bölgede Sünni ve Þii bloklaþmalarýný güçlendirecekti. Özellikle Körfez ülkelerinin demografisi hesaba katýlýrsa her an kriz çýkarma potansiyeli taþýyan Þii bloklaþmasýnýn üstüne üstlük anti Amerikan bir karakter taþýmasý, buna mukabil Sünni bloklaþmasýnýn “istikbali belli olmayan” Körfez monarþilerinin kontrolünde olmasýnýn doðuracaðý riskler Obama yönetimini ciddi ciddi düþündürtmüþ olmalýydý.
Öyleyse ABD’nin bir taraftan Rusya’yla anlaþmasý diðer taraftan da Ýran’la arasýný düzeltme giriþimi Suriye meselesinin ortaya çýkardýðý riskleri devre dýþý kýlmaya yönelik bir satranç hamlesi olarak görülebilir. Ama ayný zamanda bölgedeki taþlarý yerinden edecek bir geliþmenin de baþlama vuruþu olabilir bu. Dolayýsýyla Suudilerin ve müttefiklerinin bu gidiþi durdurmak için Ýsrail’le veya ABD’deki bazý unsurlarla ittifak arayýþýna girmeleri doðal karþýlanmalý.
Ýþte bu noktada “ABD dýþ politikasýndaki hareketlenmeler paralelinde yeni oluþan konjonktürde Türkiye’nin Suriye ve Ýran politikalarý deðiþiyor” analizinin doðru olmadýðýný söylemek durumundayýz.
Bölgedeki taþlar yerinden oynarken Türkiye’yi birtakým sabit pozisyonlara mahkûm etmeye kimsenin hakký olamaz. Uluslararasý konjonktürün önümüze getirdiði fýrsatlarý deðerlendirmekten kaçýnmak düþünülemez.
Eðer Suriye meselesinde bugüne kadar yan yana göründüðümüz güçlerle yollarýn ayrýlmasý söz konusu olacaksa bunun Washington’un politikalarýyla paralel olup olmadýðýndan önce kendi milli çýkarlarýmýza uygun olup olmadýðýna bakmamýz gerekir.