Geçenlerde bir seyahat dönüþü Ýstanbul metrosuna bindim. Binmesi kolaydý da, inmesi biraz zor oldu. Çünkü tren duraða gelip de kapý açýldýðýnda, içeri girmek için sabýrsýzca bekleyen onlarca vatandaþýn hücumuna uðradým. Biz çýkmaya çalýþýrken onlar girmeyi zorluyordu.
Neyse, bir-iki omuz darbesinden sonra kapaðý dýþarý atabildim. Biraz sonra da açtým Twitter’ý, þöyle yazdým:
“Toplumumuzun ‘metroya binmeden önce içerdekilerin çýkmasýna izin vermek’ gibi medeni reflekslerde eðitime ihtiyacý var.”
Ama vay sen misin böyle diyen. Beni “topluma tepeden bakmakla”, elitizm yapmakla suçlayan cevaplar yaðmaya baþladý. Hatta bir tanesi þöyle dedi: “Meðer siz de eleþtirdiðiniz Kemalistlerden farksýzmýþsýnýz.”
Peki acaba haklý mýydý bu eleþtiri? Ben aslýnda bir tür Kemalist miydim?
Varoluþ ve davranýþ
Öyle olduðumu sanmýyorum. Dahasý, buradaki nüansýn fark edilmesinin, giderek demokratikleþen Türkiye’nin lümpenleþmemesi için elzem olduðunu düþünüyorum.
Meseleye Kemalizm’de neyin yanlýþ olduðunu tespitle baþlayalým. Bu ideolojinin temel sorunu, yürüttüðü “halkçýlýk” edebiyatýna raðmen, halkýn büyük bir bölümünü varoluþ biçimi açýsýndan küçük görmesiydi. Yani insanlar, sadece dindar, muhafazakar, köylü, þalvarlý, poturlu, aksanlý, “tarikatçý”, “gerici” vs. olduklarý için küçümsenirdi. Bu da yetmez, hukuken ve fiilen ikinci sýnýf vatandaþ durumuna düþürülürlerdi.
Fakat bu varoluþ biçimi aþaðýlamasý baþka bir þey, davranýþ biçimi eleþtirisi bambaþka bir þeydir.
Þöyle bir örnekle açýklayayým: Bir otobüse bindiðimde yanýmdaki insanýn çarþaf giymesi, boynunda haç taþýmasý veya Kürtçe konuþmasý beni hiç ilgilendirmez. Bu özelliklerden herhangi birini küçümsemem ise, çirkin bir saygýsýzlýk olur. Ama ayný kiþiden ayaðýma basmamaya özen göstermesini, basarsa da özür dilemesini beklerim. Buna uygun davranmaz ise de, pekâlâ kaba ve görgüsüz davrandýðýna hükmeder, eleþtiririm.
Ýþte Türkiye toplumunda bunun gibi pek çok eleþtiriye muhtaç tavýr olduðunu düþünüyorum ben.
Örneðin yere tüküren veya sokak ortasýna çöp atan...
“Çekirdek çitlemeyi” çok seven, ama (tamam sevsin de) oturduðu banklarýn etrafýnda dev çekirdek kabuðu öbekleri býrakan...
Trafikte saldýrgan, kaldýrýmda mütecaviz davranan...
Veya selam vermeyi, gülümsemeyi, özür dilemeyi pek bilmeyen milyonlarca vatandaþýmýz var.
Bu kaba davranýþlarýn “n’apalým halkýmýz böyle uygun görüyor” diye olumlanmasý, demokratlýk deðil, halk dalkavukluðu olur. Çünkü demokrasilerde halk siyasi gücün kaynaðýdýr, ama eleþtirilemez deðildir. Öyle olsa idi, kadýna karþý þiddetten tutun da yabancý düþmanlýðýna dek toplumda yeri bulunan nice vehamete eyvallah dememiz gerekirdi.
Modernleþme meselesi
Aslýnda iþin özü þu: Biz geç modernleþen bir toplumuz ve henüz yeterince þehirleþemedik. Metro kapýsýna abanan adam, aslýnda kasten kaba olduðu için deðil, “medeni refleksleri” yeterince geliþmediði için öyle davranýyor. (“Medeni” demek, “þehirli” demektir zaten.)
Kemalist seçkinlerin tarihsel yanýlgýsý, modernleþmeyi hem “Batýlýlaþma” hem de “sekülerleþme” ile özdeþ zannedip bu iki otoriter hedefi dayatmalarýdýr. Topluma zorla fötr þapka giydirme traji-komedisinde gözüktüðü gibi.
Oysa modernleþme, modern hayatýn araçlarýný doðru kullanabilmektir özünde. Araba sürerken kemer takmak, uçak durmadan yerinden kalkmamak, apartman camýndan kilim silkmemektir.
Bu açýlardan hâlâ geliþmeye ihtiyacý olan bir toplumuz. Artýk Kemalizm yapmýyoruz diye bunu görmezden gelmek ise hiç akýllýca olmaz.