Kendimi JİN gibi hissediyorum

PKK’lı bir genç bir kızın dağdan iniş öyküsünü anlattığı Jin filmiyle çok tartışılan yönetmen Reha Erdem, kendisini de o ormandaki asi ruhlu genç kıza benzetiyor.

TÜRK sinemasının en çarpıcı örneklerini veren, kendine has diliyle kült sinema oluşturan bir yönetmen Reha Erdem. Hayat Var ile küçük bir kızın toplumsal çarpıklıklara karşı savaşını, Kozmos ile masal dünyasından bugüne düşen bir erkeğin hayatını anlatan Erdem bu sefer PKK’lı genç bir kızın dağdaki öyküsüne odaklanmış. Amacı çok tartışılan, Kürtçe’de şapkalı yazıldığında ‘hayat’, noktayla yazıldığında ‘kadın’ anlamına gelen Jin’i, Reha Erdem’e sorduk...

-Nasıl böyle bir senaryo yazmaya karar verdiniz? Sizi etkileyen şey neydi?

Bu yıllardır etrafımızda olan, gerçeğe değen bir şey. Şimdiymiş sırası. Bir tek şey değil, bir sürü şey var içinde.  

-Filmde Jin’in niçin dağdan indiği ve nereye gittiği neden belirsiz?

 Belki ilk defa o kostüm içinde bir insan olduğu gösteriliyor. Çok hassas, etrafında ölüm olan, trajik bir mesele. Biz bununla büyüdük, yaşlanıyoruz ve 35 yıldır sürüyor. Buna birkaç türlü cevap verilebilir: Bir kere film örgütü çerçevenin dışında bırakıyor, onunla ilgilenmiyor, Örgüt içi bir gerillanın filmi yapılamaz çünkü o bocalamaz, onun yolu, programı, sabahı, akşamı belli. Jin gibi avare dağlarda dolaşmaz. Halbuki ben o avareliğin, insanın zaaflarıyla o arama halinin peşindeyim. Jin’in niye ayrıldığını, neden koptuğuyla ilgilenmiyoruz. Film davadan ayrılmayı fazla sorgulamıyor çünkü onu yalnızlığında yaşatmak istiyor. Jin’in üniformasızlaşma özlemi var diyelim, belki aşk istiyor diyelim. Cevabı da bence bu kadar basit.

-‘Jin ne zaman sivil elbise giyse küçüldü, üniforma giyse büyüdü’ eleştirisi var. 

Bunu ben de duydum ama hep aynı oyun. Biz onu ne küçülttük ne büyüttük. Dağda o elbiseleri giyince küçücük bir genç kız oluyor, kendisi de küçücük zaten. Ama o gerilla elbisesi bir şey sağlıyor. O elbise olunca korkuluyor, çıktığında dediğiniz gibi küçülüyor. 17 yaşında bir kız oluyor. Öbür türlü yaşı olmayan bir militan.

-Filmde biri dağdaki PKK’lının diğeri askerin söylediği türküler, aslında söylemek istediklerinizin bir ifadesi mi?

Bu filmden önce nasıl yaşıyor ve ne yapıyorlar meselelerine baktım. Orada bu türkü meselesi çok önemliymiş, özellikle kadın gerillaların bütün geceler beraber türkü söylemeleri... Bir tanesi bir videoda söylüyordu. ‘En sevdiğim şey şu kostüm, bir de akşam arkadaşlarımla beraber gece söylediğimiz türküler’ diyordu. O türkü onun türküsü. Hayal kuran insanlar, gerilla lafında bile bir romantizm var, romantik insanlar. İlk türkü öyle. Öbür taraftan da askerlik zorunlu. Bir sürü yoksul ailenin çocuğunu biz askerlikten biliyoruz. Niye o türkü? Sanki ‘Benim durumum senden iyi değil’ gibi. Kimse iyi değil aslında. Hakikaten yalan dünya.

-Bu filmin Jin’ini nasıl buldunuz?

Birtakım yüzler var, birtakım vücutlar var sanki sinema için yapılmış... Çok aradık. Önce bir Kürt kızı aradık, Kürtçe konuştuğu için rahat olsun diye. Bulduklarımızdan tam hoşnut olamadık. Sonra Türk de olabilir diye baktık buraya, yurtdışına. Çok alakasız oldu. Deniz (Hasgüler) prodüksiyondaki bir arkadaşın kuzeni. ‘Oyuncu değil’ ama dedi ‘Gelsin bakalım’ dedik. Kostüm falan, vizörden bakınca değişiyor. Sonra biraz çalıştık, tam ışık veren birisi. İf’te kendisi de vardı, şaşırıyordu insanlar şu kadarcık bir şey. Filmle de hiç alakası yok, şimdi şimdi olur inşallah.Çok uzak mesafelerde dublörü kullanıyoruz, onu çekip buna dönüyoruz. Ağaçlarda falan yapamaz dedik, sonra baktık Deniz daha iyi yapıyor. Son 15 gün dublörü yolladık o yaptı bir sürü şeyi.

GERİLLA BU SORULARI SORMADI

-Kırmızı Başlıklı Kız’a bir atıf var, birçok da hayvan var ama kurt yok. Görünmeyen kurt insan mı?

Herhalde. Herşeyin birebir karşılığı yok filmde. Dediğim gibi bir güzelleme, nenesini orada uyduruyor. Zaten sinemanın bu tarafını seviyorum ben. Hayalle düşünce makinesi. Açık söyleyeyim bu filmi bir sürü gerilla da izledi ama hiç böyle sudan sorular sormadı.      

-Çekimler neden Güneydoğu yerine Mersin ve Kaz Dağları’nda yapıldı? 

Şimdi bile kolay değildir orada film çekmek. Girip çıkma imkanı bile yok. Hele böyle bir filmi yaparken. Bu iki bölgenin arasında bin kilometre fark var ama bitki örtüsü aynı. Çok yükseklerde çektiğimiz için tabii ki zordu.

Twitter soruları

-Benim sorularım bu kadar, bir iki tane de twitter’dan gelen sorulardan aktarayım. ‘Bugüne kadar yaptığı filmlerin dışında bir film yapmış. Gerilla kavramına çok fazla hakim değil’ eleştirisi var.

Gerillalığa hakim olmak nasıl olur onu bilmiyorum. Ben de 17 yaşındayken, Jin’in yaşındayken çok farklı bir formatta bu hevesler içindeydim. O zaman da başka hayallerin peşindeydim ve filmde o çok fazla var benim ruhumdan, insanın o yaşındaki, hayalleri, inançları, inancı uğruna kendini feda edebilmesi. Bizimki daha farklı bir şeydi, 80 öncesi. Ben bu konulara yabancı birisi değilim. Bir gerilla filmi yapmak onu övmek, marşını söylemek değil. Tam tersine ruhunun gerilla olması, gerilla derken isyankar olması demek. Bana sorarsanız bütün filmlerin ana teması isyan zaten. Yani egemene, eziciye her birimde karşı durma filmi. Ben zaten hayatta kendimi belki o kız gibi, yalnız bir gerilla gibi hissediyorum. Ormanda hep yol arayan...

- Bir twitter sorusu daha: ’Sinema yazarlarının Kelebeğin Rüyası’ndaki kadar Jin hakkında da yazı yazmasını bekliyor musunuz?’

Yılmaz’ın (Erdoğan) filmini görmedim ama hakkında güzel şeyler okudum, duydum. Zaten iyi olduğu belli, beklenildiği kadar seyirci gitmiyor. Jin’in çok romantik olduğunu düşünüyorum. Dün akşam da bir takım yazarlara, sivil toplum örgütlerinden kişilere gösterim vardı, çok iyi karşılandı, beğenildi ama insanlara bir şey çöküyor, hüzün mü diyeyim, kal geliyor, o da hoşuma gidiyor.