Kendimize dâir

Delphi Tapýnaðý’nýn portasý üzerinde altýn harflerle þu ibâre yazýlýymýþ:

“Gnothi Seauton!” (Kendini Taný!)

Bu basit gerçeðin insan hayâtýnda ne kadar önemli bir yer tuttuðunu genellikle pek fark edemiyoruz gibime geliyor.

Tabii bu özellik sýrf bize mahsus bir durum deðil. Meselâ derler ki “Yunanlý kendiniÝtalyan sanan bir Türkdür.”

Bizler içinse muhtemelen þöyle denebilir:

“Bir Türk kendini Fransýz zanneden bir Moðoldur.”

Öyle anlaþýlýyor ki kendini olduðu gibi benimseyememek ve baþka birilerine özenmek hâleti epeyi yaygýn.

Her hâl ve kârda Fransýzlara benzemediðimizi rahatlýkla söyleyebiliriz. Bunun sebeblerini tamâmen sýralasak cildlere sýðmayan bir kitâb olur ama ben iki kýsa ve aktüel örnekle bitireyim:

Eðer Sevan Niþanyan adlý yurddaþýmýz bizim deðil de Fransýzlarýn yurddaþý olsaydý kendi kasabasýný binbir emekle ayaða kaldýrdýðý için derdest edilerek bilmem kaç senelik hapis cezâsýna çarptýrýlmaz, tam tersine boynuna madalya takýlýrdý. Ermeni boynu denildi mi bizimkilerin aklýna yaðlý ilmikden baþkasý pek gelmiyor anlaþýlan. Onu yapamayýnca ise hýrslarýný biraz olsun almak için zindanlarda süründürüyorlar adamý...

Ýkinci örnek sokak hayvanlarýyla ilgili:

Ben epeyce ülke dolaþdým. Bir kere bunlardan hemen hiç birinde, Yunanistan hâriç, sokak hayvanýna rastlamadým. Hele hele neredeyse hepsinin kuyruðu koparýlmýþ, kulaklarý kesilmiþ kedilere ve köpeklere hiç rastlamadým!

Dolayýsýyla bu zavallý mâsum yaratýklar karýnlarýný doyurabilmek için mütemâdiyen çöp konteynerlerinin içinde debelenmiyorlardý. Bu böyle olunca tabii gitdiðim ve bir süre yaþadýðým hiçbir ülkede sabah akþam inip mahallenin sâhibsiz hayvanlarýný beslemeðe de mecbur hissetmedim kendimi. Olmayan hayvanýn nesini besleyeceksiniz ki?

Bunun sonucu olarak ise sokaklardaki kedileri köpekleri besliyorum diye üstelik etrafdan suratýma kötü kötü bakýp söylenenler de hiç olmadý!

Ne mutlu Türk’üm diyene!

(Yerseniz yiyene!)

Ermeniler ve Türkler

Hazýr Ermenilerden açýlmýþken:

1915 Felâketi Kemâl Tâhir’in romanlarýnda “Ermeni Kýrýmý” olarak geçer. Yâni Yazar’ýn bilhassa Çorumlu kahramanlarý bu trajediyi öyle adlandýrýrlar. Kemâl Tâhir bu tür meselelerde çok otantik bir yazardýr. O öyle yazdýysa halkýn da o sýralar öyle dediðine muhakkak nazarýyla bakabiliriz. “Soykýrým” (jenosid) tâbiri, hattâ terimi ise 1948’den îtibâren kullanýlmaya baþlamýþdýr.

Þimdi 2015 Yýlý, yâni bu fecî hâdiselerin 100. Yýldönümü yaklaþýrken Ermeniler bir yandan Türkleri enternasyonal arenada rezîl etmek için, Türklerse bu kapana kýsýlmamak için var güçleriyle uðraþmaya baþlýyorlar. Gerçi bizde henüz pek bir hareketlenme yok ama her iþimizi yumurta kapýya gelince halletme alýþkanlýðýmýzdan olacak yakýnda dehþetle ayaða fýrlayýp deli danalar misâli ortalýkda baþlayacaðýmýzdan emîn olabilirsiniz. Ermeniler iyice baþladýlar.

Ben 1980-85 arasý Alman ve Ýsviçre mas medyasýnda bu konuya iliþkin bir sürü yorum, belgesel vs. yayýnladým. O bir zamandý geldi geçdi. Þimdi tekrar bu topa girmeye hiç niyetim yok.

Ancak birilerinin mutlakâ girmesi gerekeceðinden nâçizâne tavsiyem bu faaliyete daha þimdiden fevkalâde enerjik biçimde baþlanmasýdýr. Yoksa bir þeyler yapmak isteyenler daha iþin aslýný öðrenemeden 24 Nisan 2015 târihi gelir geçer de neye uðradýklarýný anlayamazlar.

Son derece karmaþýk ve çapraþýk bir konudur, benden söylemesi...

Þimdi bu da nereden çýkdý diyecek olanlara ise cevâbým, birkaç gündür nedense bu konu gündeme gelmeye baþladý. Sebebini ben de bilmiyorum ama geldi iþte...

Hani uyarayým dedim.

Öte yandan bu problemin artýk hiç kimse îtirâz edemeyecek þekilde bir sonuca ulaþtýrýlmasý da þart!

Eðer sonuç sâhiden “soykýrým” çýkarsa ben bunu kabullenmeye de hazýrým!

Ama mütemâdiyen sürüncemede kalmasýndan ve dünyâ kamuoyu nezdinde sürekli olarak “sanýk sandalyesi”nde oturmakdan usandým!

Ýstiyorum ki ya beraat edeyim ya da içeri atsýnlar!

Yetti be!