Kentin çeperlerindeki kadınlar

Kentlerin alameti farikası neredeyse, çeperlerine tutunmuş gecekondu muhitleri.

İstanbul’u biliyoruz, bir mıknatıs gibi; ama bütün mega-kentler cazibe merkezi oldukları için kontrolsüz ve yüksek oranda göç alma kabiliyetine sahiptirler.

Kentlerin bir planlama ile büyümesine de engeldir bu. Kent planlama diye bir meslek kolu olduğunu bile yeni yeni öğreniyoruz.

Kentler rant yatırımlarına açıldıkça tampon bölgelere dönüşür bu gecekondu muhitleri. Yüksek ve güvenlikli sitelerin gölgesi düşer buralara.

Kentlerdeki hormonlu büyüme başlı başına bir sorundur ama bu sayede tampon gecekondu muhitleri de kente eklemlenme kabiliyeti kazanır ve aynı zamanda güvenlikli sitelere hizmet elemanları temini için bir insan kaynağına dönüşür.

Acıtıcı gibi gözüken bu döngü bir yönüyle de kentlileşme imkanıdır. Eğitimsiz kadın nüfusunun beden gücüyle değil sadece, yürekleriyle de kente tutunma ve çocuklarını okutma yoludur bu.

Bazen konfeksiyon atölyelerinde, bazen ev işlerinde çalışan kadınlar ataerkil aile yapısının da değişmesine yol açıyor.

Kadın çalışıyorsa çocuklarını okutmak istiyor ama çoklukla olan, çocukların okula değil tekstil atölyelerine gönderildiği, evin geçiminin çocukların omuzlarına bırakıldığı bir model...

 Çocukların okumadığı bir göç oryantasyonunda kolay kolay kente adapte olunmuyor.

Gönül sofraları

Kadının çalışmasına Doğulu toplumlarda hala pek iyi gözle bakılmıyor. Bunun sebebi eli para tutan kadının doğal olarak geleneksel hiyerarşik yapıyı bozması. Çünkü para kazanan kadın aynı zamanda söz sahibi oluyor.

Ramazan ayında AK Parti İstanbul Kadın Kolları Başkanı Özlem Zengin’in davetiyle kentin rant bölgelerinin arasına sıkışmış (ve galiba tek kurtuluşu ranta açılmak olan) bazı gecekondu muhitlerinde yaşayan ailelerin iftar sofralarına konuk olduk.

Kadın Kolları olarak “50 bin gönül sofrası kurduklarını” anlattı Kadın Kolları yetkilileri. Ramazan ayını ihtiyaç sahiplerini tespit işine ayırmış bu gönüllü kadınların bulup çıkardıkları evlerinin direği başka kadınlarla tanıştık bu sayede.

Yoksulluğun çaresizliğe dönüşmemesi için bir şeyler yapmak gerek, bir kez daha fark ettik.

Ve o şey, kadınlar üzerinden olmak durumunda, çünkü yoksullukla baş etmede kesinlikle kadın erkekten çok daha mücadeleci ve başarılı.

Bütüncül kent politikaları

Bunun için kuşkusuz bazı politikalar geliştirilmiş; mesela R.D’nin kanser hastası annesi belediye tarafından tahsis edilen bir araçla kemoterapiye götürülüyor.

Kocası tarafından 3 çocuğuyla bir başına bırakılan S.K ise kaymakamlıktan fakirlik yardımı alıyor ve çocuklarının okul masraflarından muaf tutuluyor. Bunlar yetiyor mu, tabi ki hayır.

Ama çoğu kişi belediyelerin, valilik ve kaymakamlıkların yardımlarını nasıl talep edeceğini dahi bilmiyor.

Devletin hasta bakımı için asgari ücrete yakın bir maaş verdiğinden çoğu kişi habersiz, haberi olan da bürokrasi ve kırtasiye işlerinin eskisi gibi olduğu zannıyla, nasılsa beceremem deyip baştan pes ediyor.

Kadınlar mahalle teşkilatlanmaları ile ihtiyaç sahibi ailelere, devletin sağladığı imanlardan nasıl yararlanmaları gerektiği konusunda da hizmet veriyor. Fakirlik yardımı için kaymakamlığa götürüyor, yaşlı ulaşım kartı çıkartıyor vs.

Bunlar kuşkusuz çok önemli ve gerekli. Bundan böyle daha bütüncül kent politikalarıgeliştirmek gerek. Yoksulu kendi kendine eritecek bir şehir planlaması yapılabilir. Ranta açılan yerlerde, kendi sakinlerini oradan sürmeden, kent yaşamına ve ekonomiye oldukları yerde katacak kentsel dönüşümler planlanmalı.

Türk toplumu, çok partili döneme geçişin başlangıcı olan 1950’li yıllardan bugüne sürekli göçüyor. Buna da artık bir dur demek gerekiyor.

Ekonomik, sosyal ve kent merkezli politikalar göçü frenleyecek şekilde düzenlenmeli ki yoksullukla da baş etmek daha kolay olsun.

Herkesin bayramını kutluyorum.