Kentte yalnýz, doðada çaresiz

63 Berlin Film Festivali’nin ilk haftasýnda izlediðimiz filmler arasýnda iki tema özellikle öne çýktý: Kentli insanýn yalnýzlýðý ve tarým toplumunun çaresizliði... Filmleri ve ele aldýklarý meseleleri öne çýkararak bu temalarý biraz daha daraltalým...

Kentli insandan özellikle kasýt eðitimli, meslek sahibi, kendine güvenli, kiþilikli ve -önemsiz bir ayrýntý ama- güzel de olsa yaþý kemale ermiþ kadýn ve onun yalnýzlýðý... Tarým toplumu da ister Amerika’nýn ortasýnda olsun ister Rusya’da fark etmiyor. Küçük çiftçilerin üretimi ayakta kalmalarýna yetmiyor.

Ýlk temayý Aslý Özge’nin Panorama Special bölümünde gösterilen “Hayatboyu” ile Þilili yönetmen Sebastian Lellio’nun Altýn Ayý’nýn adayý filmi “Gloria” ele alýyordu.

Ýkinci tema ise Altýn Ayý adaylarý olan Gus Van Sant’in “Promised Land” (Vaadedilmiþ Toprak) ve Boris Klebnikov’un “Dolgaya Schastlivaya Zhizn” (Uzun ve Mutlu Bir Hayat) filmlerinde somutlaþtý. Artýk topraklarýnýn bereketiyle deðil arsa deðeriyle yaþamak zorunda kalan çiftçilerin ABD ve Rusya’daki mücadelesini anlatýyor her iki film de.

***

Van Sant’ýn filminde kýsýtlý üretimi krediye, ipoteðe yetmediði için doðalgaz çýkarmak isteyen þirketlerin tekliflerini kabul etmek ve onlarýn yaratacaðý çevre kirliliði yüzünden sularýnýn ve hayvanlarýnýn zehirlenme riskini göze almak zorunda kalan çiftçilerin çaresizliði vurgulanýyor.

Klebnikov ise kendi yaðýnda kavrulmak isteyen bir çiftlik sahibinin ve geleneksel yapýlarýný iþsiz kalmamak uðruna sürdürmek isteyen köylülerin kentleþmeye ve emlak piyasasýna karþý mücadelesi üzerine kurulu. Her iki film de kaybolan pastoral yaþamýn sükunetine ve güzelliðine yakýlmýþ birer aðýt. ABD ve Rusya’daki çiftlikleri birer idil olarak sunan ve kapitalizmin kendi çýkarlarýndan baþka hiçbir þeye varoluþ hakký tanýmamasýna eleþtiri getiren yapýmlar.

Ancak iki film arasýnda çok önemli bir fark var. Samimi ya da deðil, “Promised Land” bireysel idealizmle mücadeleyi sürdürmenin mümkün olduðunu “doðruyu yapma”ya azmetmiþ dürüst insanlarýn belirli cepheleri kazanýp sisteme karþý durabileceðini hayal ediyor. Rusya’daki durumda ise artýk durdurulmasý mümkün olmayan bir süreci, nehir kýyýsýndaki çiftliðin manzarasýnýn göründüðü köprünün altýndan çok sular aktýðýný “kabulleniyor”.

***

Kadýnlarýn hakkýný vermek için Jane Austen’ýn Gurur ve Önyargý adlý romanýnýn ilk cümlesine bir nazire mahiyetinde þu genellemeyi yapmaya cesaret edeceðim: Orta yaþý aþan bir erkeðin, hele bir de eðitimli ve yüksek gelir sahibiyse, karýsýný (ve çocuklarýný) daha genç, daha güzel bir kadýn için terk etmesi, edemese de onunla bir iliþki yaþamasý evrensel bir gerçektir. Gençliðinin geride kaldýðýný fark edince hemen kendine döner, formuna dikkat eder; yeterince özveride bulunduðunu düþündüðü aile baðlarýndan ve sorumluluklarýndan kurtulmak ister...

“Hayatboyu”da Aslý Özge güncel sanatçý Ela’nýn kocasýnýn iliþkisini öðrenmesiyle sarsýlan dünyasýna alýyor bizi. Entelektüel üst orta sýnýfýn her yönüyle sofistike bir tasarým ürünü olan hayatýný süren kadýnýn sinirlerini ve saðlýðýný alt üst eden, tahammülfersa “uygarlýkta” bir ayrýlýk hazýrlýðýný izliyoruz.

Hemen herkesin kalbini kazanan “Gloria”ya adýný veren kadýn karakter boþandýktan sonra çocuklarýný yetiþtirmiþ, iþinde çalýþmaya devam eden, dans etmeyi sevdiði için suarelere katýlan, hayat dolu bir kadýn. Bu sayede cezbettiði bir adamla ikinci baharýný yaþamak üzere ama “hayatýmý yaþamak istiyorum” kompleksiyle ailesini terk eden adamýn, hala eline bakan iki yetiþkin kýzý ve anneleriyle göbek baðýný kesmeye yanaþmamasý ve romantik kaçak halleri Gloria’nýn yalnýzlýðýný çoðaltmaktan öteye geçmiyor.

Ne modernite ne gelenek içerisinde insanlara bir tatlý huzur býrakmayan zamanýmýzdan baþka kesitler de var 63. Berlinale’de. Aktarmaya devam edeceðim...