Kerbela, duygu mudur, bilgi midir?

Muharrem-i Þerif, bizde Hicri yeni yýlýn baþlangýcý olduðu gibi, asýl itibariyle Ehli Beyt’e dair büyük bir matem hatýrasýdýr. Geleneksel tavrýmýzda, Hicri yýlbaþýný kutlamaktan ziyade Muharrem Oruçlarýný idrak etmek baþta olmak üzere, özellikle Muharremin on gününü aðýrbaþlý ve yas/taziye adabýna göre geçirmek, dualar ve sadakalarla yol almak vardý... Osmanlý/Ýstanbul adeti olarak Muharrem idraki, edebtendi, Ehli Beyt sadakatindendi... Farz mýdýr, sünnetten midir veya bid’at midir diye sorulmaz, insanlar o adetin, o teneffüs etmeye dair tekrarýn içinde, bunu bir yaþam tarzý, bir tür adabý muaþeret olarak sürdürürlerdi...

Burada ‘’sürdürmek’’ kelimesi önemlidir...

Zira bizde ‘’din ile fert’’ arasýndaki iliþki, özellikle son yüzyýlda kültürel devamiyetinden çok þey kaybetmiþtir, doðal akýþýndan kesintilere uðratýlmýþtýr. Daha yapay, yapýlandýrýlabilir, politik, hesap kitap dahilinde bir maksada yönlendirilebilir hal almýþtýr din/fert iliþkisi... Bu durum belki sosyolojik manada asrýn ve ülkenin bir anlamda gerekliliðiydi veya Türkiye’nin kurucularý ile Türkiye’yi nasýl ve hangi þartlarda kabul edeceklerini beyan etmiþ küresel güçlerin karþýlýklý anlaþmalarýyla belirlenmiþ yeni bir haldi... Ama neticede, din, fertten ve toplumdan hem dikey hem yatay yarýlmalarla ayrýþtýrýldý...

Dinin, toplumsal adet olmaktan çýkmasý, onun “bilgi”ye dönüþmesiyle de alakalýydý. Bir yanýyla aþýrý kaderciliði ile miskinlik ve tembellik sonuçlarýný getirdiði, diðer yanýylaysa hurafeye yaslandýðý nisbette tevhidden uzaklaþtýðý þeklinde tenkitler getirilen dinsel yaþam, akla, çaða, Kur’ani çizgiye dönebilmeliydi... Duygu yetmezdi, bilinçsizliði getirmiþti. Artýk bilgi gerekliydi.

Oysa bilginin bizatihi kendisi de birikimdir. En azýndan bilimsel düþünce metodu dediðimiz ana akým yöntemin politik bir bakýþý vardýr. Yani ‘’bilgi’’ talepli bir yorum, kendinden mutsuz ve kendinden eksik bir haleti ruhiyenin kýpýrdanýþýdýr en baþýnda... Ýnsanidir bu, kaybetme ve yenilgi hissiyatýyla öz eleþtirisini veren kimselerin, evleviyetle akla, bilgiye, çaða ayak uydurup uyduramamakla ilgili savunma reçetelerine gitmeleri doðaldýr. Ama bu akla ve çaða gidiþ bazen o kadar hýzlý, genelleyici, iktibasçý halde olur ki, geleneði reddetmekle kalmayýz, din adýna ikame etmeye çalýþtýðýmýz þeyler, içerikten yoksullaþýr, içi boþalýr, eski heykellere dönüþür.

Bir höyükle bir müzenin arasýndaki fark gibidir bu... Geleneðin; türbesi, kabristaný, hatýrasý, yasý varken, o höyüðün altýnda... Modern olanýn, gerektiðinde atýf yapmasý veya biriktirmesi için lüzum gördüðü profesyonel bir gösteri merkezidir müzeler...

Oysa Kerbela Faciasý mesela... Ne höyüklere has unutkanlýk ne de müzeciliðe has gösteri ve sergileme ile sýnýrlanamayacak bir emanettir...

Kerbela analizlerini elbette önemseyeceðiz. Ama Kerbela, analizden ibaret deðildir. Hz. Hüseyn’in ve ehli aba torunlarýnýn þehadetlerini salt reel politik üzerinden konuþmak, mezhepsel rekabet has kullanýþlý bir atýf imkaný olarak görmek, en baþta Ehli Beyt’i kýsýtlamak deðil midir? Tamam herkesten Fuzuli, her kaleme alýnandan Hadikatüs’ Süeda olmasýný bekleyemeyiz... Ama ruhundan, hissinden, hürmetinden, hatýrasýndan, tekerrüründen boþanmýþ bir anlatýnýn içi boþtur, caný çekilmiþtir, kalbi atmaz, en azýndan zevksiz kalacaðýný da teslim edelim... Sadece iyi günlerin zevki yoktur. Medeniyetlerin yas tutarken bile rabýta ettikleri bir yol vardýr ve bu, ‘ ’kültürel zevk’’ þifonyeridir.Görkemlidir. Evet, tehlikesi de eksik deðildir; seremoniden ibaret kýlabilir hayatý ve düþünce bile, seyircilerden birisi haline dönüþebilir... Öte yandan koruyucudur. Bilmeseniz bile tutunursunuz saçaklarýna geleneðin...

Bizde temel sorun, reddedilmiþ geleneðin yerine ne koyacaðýmýzý bilememekle ilgilidir...  Tefekkür ve Tezekkür yok, dolayýsýyla baðlam yok... Bilimsellik adý altýnda sloganik atýlmalar, zevksiz çatýþmalar, sýð rekabetler ekranlarý ve gazeteleri kaplýyor. Duygulu olanlarýn bilgisi az. Bildiðini söyleyenlerse duygu yoksunu...

Daha çok yalnýzlaþacaðýz demektir bu. Çoðalsa da sayýmýz, gücümüz kuvvetimiz artsa, merkeze biz geçsek de artýk... Adabý muaþeretini unutmuþ bir güç, isterse “dev” olsun... Bilmez ki matem evinde nasýl durulur...