‘Kerim Devlet’ ve ‘Siyasette birleştirici söylem’

Eliot’ın “Kül Çarşambası” şiirini okurken takıldım “inayet” kelimesine. İkram, bağış, nimet gibi anlamları var şiirde. Bu bir tür tanrısal rehin meselesini andırıyor;  dünya hayatı, hesabı mahşer gününe ertelenmiş, kullara Allah tarafından bahşedilmiş bir hediyeydi sanki Eliot’ın mısralarında...

Eliot, muhafazakar demokratların okumayı çok sevdiği bir şair. Hatta mezkur şiirden alıntıyla “zamanı ve rüyayı kurtarmak” yani anı ve bilinmez geleceği, kurallara uygun bir çalışkanlıkla korumak gibi idealize edilecek sloganları da var...

Ben ve akranlarımsa, muhafazakar kurtarıcılıktan çok, bireysel özgürlük ve eşitlik rüzgarlarının estiği varoluşçu akımların dizlerinde büyüdük. Sadece Fransız varoluşçular değil, Mısırlı sosyalistler, Farsî eşitlikçiler, sosyal adaletçi bir çizgide “ümmet vurgusu”yla öne çıkan İslamcılar da etkilemiştir bizi. Garip bir alaşım gibidir bu; Sartre, Camus, Ali Şeriati, Seyyid Kutup, Sezai Karakoç gibi uzak isimleri, nerdeyse imkansız ışık yollarıyla birbirine bağlayabilen, garip bir alaşım... Refah toplumu ve eşitlikçi özlem, çoğu kez işleri hep tıkırında gittiğini düşündüğümüz ve devleti dolayısıyla bürokrasi ve sermayeyi de yönetenlerden uzak tutardı bizi... Onlar muhafazakarlar olarak, özellikle yoksulluk üzerinden bizler gibi dışlanmışların dışlanmışlıklarını arttıran, devletin duvarlarını habire tahkim ederek yükseltenlerdi... Gözünden ırak olmak isterdik devletin zaten o da bizi her gördüğünde yüzünü ekşitirdi. Küçüktük. İsyandık. Güzeldik.

***

Milli görüş hareketi’nin başından beri siyasette varoluş mücadelesi olduğunu bildiğimiz halde, hem devlete ve siyasete talipken, hem de sürtüşmeyi yaşayanlardık... Sonra bir gün aramızdan arkadaşlarımız, siyaseti ve devleti yönetmeye başlayınca, devletle ilişkilerimiz açsından, itiş kakış dışında başka şeyler yapılması gerçekliğiyle karşılaştık. Devlet’le ve siyasi erklerin paylaşımıyla ilgili tartışmayı mesela Liberaller hep gündemde tutarken, biz tartışmayı, “hizmet” algısının sonrasına erteledik hep. Hizmeti, teori ve anayasal tartışmalara göre öncelerken, gençliğimizde yetiştiğimiz eşitlikçi itirazlarsa, bizi çoğu kez “sosyal adalet” temposunda tutuyordu. Doktorları canından bezdirdiği halde halkın pek memnun olduğu sağlık politikası veya dershaneler tartışmasıyla ortalığı karıştıran eğitimde eşitlikçi politika veya mimari açıdan beton usancı verse de yoksullara konut edindirme projelerininaltında... “Refah Toplumu”, “Sosyal Adalet” tutkusuyla mayalanmış gençliğimizin izleri durur. Başbakanın, bu kadar yoğun bir halk desteği ve devlet yönetimi imkanına rağmen kendisini hala “sürgün” şiiri üzerinden efkarlı bir mağduriyetle takdim etmesi de bu açıdan bana şaşırtıcı gelmiyor.

Fakat özellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurulup, dezavantajlı grupların desteklenmesi girişimi, hizmet algısında “sosyal adalet” ve “refah toplumu” çıtasını, “inayet” üzerinden “kerim devlet” sürümüne geçirme tecrübesine de yakınlaştırdı bizi.Prof.Bedri Gencer’in “Sosyal devlet’ten Kerim devlet’e” adlı bilimsel makalesinde de kadınlar ve dezavantajlı gruplar üzerinden yeniden gözden geçirilen iktisat vizyonunun ipuçlarını bulmak mümkün.

Taha Akyol Beyefendiyle Hikmet bağlamında sohbet ederken konuşmuştuk; Batı’da “postmodernizm” başlığıyla biraz da hafifseyerek baktığımız modernizm eleştirisindeki feminen katkıyı veya Prof. Gencer’in ifadesiyle yeni iktisadi modellerdeki “annesel” eklemi, Kerim Devlet kavramıyla güncelleyebilir miyiz?

Kerim Devleti bize aşinalaştıran Kemal Tahir ve ATÜT’çüler, sadece arkeolojik-tarihi bir merakın peşinde miydiler? Sanmıyorum.

Tayyip Erdoğan sevdiğim ve inandığım bir siyasetçi olarak “Kerim Devlet” teorisine birikim olarak en yakın yerde duruyor. Keşke kürsülerden ikame ettiği siyaset söylemi de “Kerim Devlet”in inayet temposuna eşlik edebilse. Galiba benden başka kimse yok, sert siyasi söylemdense kerim ve birleştirici söylemi arzulayan. Saçı uzun aklı kısa’lardanım da onun için mi?