Keriman Hanım’ın sükutu ile fütursuz adamların gürültüsü

1913 doğumlu Keriman Halis Ece Hanım, 1931 yılında Belçika’da tertiplenen Güzellik yarışmasında aldığı Dünya Birinciliği ile yazılıdır tarihimizde. Jürinin o müsabaka için uzunca bir değerlendirme yapmadan, mevcut siyasi konjonktür çerçevesinde, Keriman Hanım’ı dünya güzeli seçtiği anlatılagelmiştir hep. 

Medyatik dolaşımda hemen herkesin rastlayabileceği haliyle; ‘’Halit Turhan Bey’in hatıraları’’ başlığıyla zikredilen ve jüri başkanınca dillendirildiği söylenen provokatif ifadeler; ‘’Hıristiyanlığın zaferi ve İslam’ın bitişi’’ olarak takdim edilmesi veya İslam dünyasından bir genç kızın Batılı tarzda bir kisveyle, modern dünyaya adım atışının alkışlarla karşılandığı gibi izlenimler dışında... Detaylı bir bilgimiz yok bu güzellik yarışmasına dair...

Halit Turhan Bey’e ait olduğu söylenen bu hatırattan Keriman Hanım’ın hayattayken haberi oldu mu? Olduysa niçin itiraz etmedi. Veya hatıratı bir köşeye bırakalım, niçin konuşmamayı tercih etti Keriman Hanım bu müsabakayla ilgili olarak... Bunu da bilmiyoruz. (Bir insanın konuşmaya zorlanmasını doğru bulmadığımı da ifade etmeliyim)... Ama o günlerin kadınları, yaşadıkları inanılmaz değişiklikler hakkında neredeyse hiç konuşmadılar. Sultanahmet Mitinginde İstanbullulara cihat yemini ettirirken çarşaflıydı Halide Edip Hanım mesela. Halide Nusret Hanım da geleneksel feracesini çıkartırken ruhi bir çalkantı yaşamasaydı ağlamazdı muhakkak... Veya seccadesinden Köşk’te bile vazgeçmediği bilinen Mevhibe Hanım, kadınlar ve kıyafetleri üzerinden esen tüm o radikal rüzgarlar, çekişmeler, hatta bir ucu İstiklal Mahkemelerine ve idam sehpalarına yaslanmış o zorlu günlerde, neler düşünüyordu... Keza Latife Hanım, o da konuşmayanlardandı... Onlar, devrimin sükut etmiş kadınlarıydı. Birer büst, birer görkemli heykel gibi zamana tanıklıklarını esrarengiz bir şekilde dondurmuş, dramatik bir şekilde kendilerinden vazgeçmiş ve umuma timsal olmak adına sükuta kaçmış kadınlardı... Cihan Aktaş, cami inşa etmiş ilk kadın mimarımız Makbule Yalkılday’ı bir huzurevinde bulmuştu geçtiğimiz aylarda. Çocukluğumun Bağlarbaşı hatıralarından yıpranmış elbiseleri içinde sokakta uyuyakalmış bir Cahide Sonku da geçiyor... Kedere hiç eli değmemiş adamlar ne anlasın ki tüm bu suskunluklardan...

***

Ve “fütursuzluk” dediğimiz şeyse, 100 yıl geçse de aradan halen sürebiliyor. Bitmek bilmiyor. Mesela Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı hakkında muhalif bir yazı yazmak için klavyeye çöken yaşlı başlı bir adamın aklına ilk gelen şey; yeni Bakan’ın niçin Keriman Halis olmadığı, en azından niçin ona benzemediği meselesi... Kadın deyince aklına tek gelen şeyin güzellik yarışması ve geçit töreni için sıraya geçmiş mayolu kızlar olduğunu üstelik çok saygısız bir ergen diliyle yazabiliyor... Bununla da yetinmiyor. Boşanmış bir kadının Bakanlık yapamayacağını söylüyor... Böylece fütursuz ve gürültücü o yazarın zihnindeki ideal Aile Bakanını öğreniyoruz: Evli, çocuklu ve ölünceye kadar gece gündüz bikinili...

***

Kadın ve çocuk hakları hakkında hem düşünsel hem aktivizm kulvarlarında uzun yıllarını geçirmiş birisi olarak farklı bakanlarla, farklı çalıştaylarda bulundum. Aysel Baykal, Işılay Saygın, Fatma Şahin, Ayşenur İslam, Ayşen Gürcan gibi farklı siyasi görüş sahibi kadınlarla gerçekleşmiş çabalarımızın ortak çıkışı; kadınlar, çocuklar ve toplum için daha yaşanılır, güvenli, onurlu bir geleceğin tasavvuruydu. Hayatı benim gibi yaşamayanlardan da çok şey öğrendim, kadın meselesi dendiğinde... Kadın intiharlarından başörtü yasaklarının kalkmasına, mesleki eğitimden sosyal güvenliğe, dezavantajların önlenmesinden koruyucu sağlığa, şiddet karşıtlığından olumlu ayrımcılığa, işsizlikten mülteciliğe kadar pek çok kulvarda farklı hassasiyetleri ortak faydada, geleneksel ve yerel çerçeveleri evrensel tecrübelerle mukayese ederek... Ve binlerce hayat hikayesini... Susmuş, susturulmuş, işitilmemiş, geçiştirilmiş, karartılmış, yok farz edilmiş, söndürülmüş hayat geçidini... Sabırla, metanetle ve en önemlisi değer vererek, saygı duyarak dinlemek elbette emek istiyor... Sükuta gizlenmiş sesleri işitmek hiç de kolay değil.

Öte yandan, kaba saba, hoyrat, banal, sıradan, fütursuz bir gürültüye maruzuz.

Ne güzel söylemiştir oysa Alvarlı Efe: ‘’Geçer bir lahzada rü’ya misali ömrü insanın’’...