Keşke Davos’un teması ‘Yoksulluk’ olsaydı

Bu yıl 49’uncusu gerçekleşen Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun teması “Küreselleşme: Dördüncü Sanayi Devrimi Çağında Küresel Yapıyı şekillendirmek”. 

Başlıktan da anlaşılacağı gibi, Forum iki konu üzerine odaklanıyor. Bunlardan biri, robotik teknoloji, bilgi paylaşım sistemleri, yapay zeka ve dijitalleşme gibi dördüncü sanayi devrimi kapsamına giren konular. Söz konusu alanlarda yeni pazarlara ulaşılması, işbirliğinin artırılması ve insan-teknoloji ilişkilerinin değerlendirilmesi ele alınıyor. 

Forumun diğer konusu ise küreselleşme. Bu çerçevede ırkçılık ve popülizm, iklim değişikliği, ticaret savaşları, dünyadaki gelir adaletsizlikleri, iç savaş ve göçler öne çıkan başlıklar. 

Başlıklar bir arada düşünüldüğünde, 4.sanayi devriminin küreselleşmeyi teşvik ettiğini ancak diğer tüm sorunların küreselleşme karşıtı eğilimlere işaret ettiğini söylemek mümkün. Bu çelişkiye işaret edercesine bu yılki tartışma başlıklarının arasına “Akıl sağlığı” konusu da katılmış. 

İnsanların giderek yalnızlaştığı, mutsuzlaştığı ve daha agresif hale geldiği gerçeği, insanların akıl sağlıklarının küresel düzeyde ele alınması ihtiyacını doğurmuş.    

  

Küresel belirsizlik

Zirve’ye 110 ülkeden 3 bin kadar iş adamı, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum temsilcisi katılıyor. Katılımcılar, dünyanın en zenginlerini temsil ediyor ve 60 bin ile 600 bin dolar arası katılım ücreti ödüyorlar. 

IMF Başkanı, Davos öncesi yaptığı açıklamada ele alınan tüm konuların “küresel belirsizlik” kapsamında tartışılacağına dikkat çekti. Brexit, ABD ile Çin arasındaki husumet ve popülist politikaların bu belirsizlikteki rolüne vurgu yaptı. IMF Başkanı’na göre, küresel ekonominin daralmasına yol açan ve siyasi riskler barındıran bu koşullar karşısında liderlerin önlem almaları gerekiyor. 

IMF Başkanı haksız değil. Zira küreselleşmeye en fazla zararı milliyetçi-popülist vaatlerle iktidara taşınan liderler veriyor. Başını ABD’nin çektiği bu durum, sadece ekonomide içe kapanmayı teşvik etmiyor. Aynı zamanda “içi” korumayı da öncelikli kılıyor. Bu durumda bir yandan gümrük engelleri ya da finansal tedbirler devreye girerken öte yandan sınırlara  duvarlar örülüyor, füze sistemleri yaygınlaşıyor, mayınlar döşeniyor. 

IMF Başkanı’nın çağırısı bu gidişin çok daha büyük risklere işaret etmesiyle ilgili. Ancak sorun şu ki, süreci tersine çevirmesi beklenen liderler zaten bu durumun bizzat sorumlusu durumundalar. 

  

Küresel belirlilik

 “Yapay zekayla” yapmadığı kalmayan ürünler ortaya çıkaranlar, bir Brexit sorununa çare üretemiyorlar. Mars’a yerleşme planları yapanlar, Suriyeli göçmenlerin ülkelerine nasıl yeniden yerleşeceklerini bilemiyorlar. Ay’ın karanlık yüzünde araştırma yapanlar, Yemen’deki karanlığa çözüm üretemiyorlar. 

Örnekleri çoğaltmak mümkün ve tam da bu nedenle Davos’ta “akıl sağlığı” konusunun ele alınması isabetli olmuş. Ancak sorun insanların akıl sağlıklarını yitirmiş olmalarında değil. Sorun, zenginlerle fakirler arasındaki makasın giderek açılıyor olmasında. 

Dünyanın en zengin 26 kişisinin serveti, dünya nüfusunun en yoksul %50’sine karşılık gelen 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit. Son bir yılda zenginlerin serveti %12 artmış, yoksullar da %11 fakirleşmiş. Böyle giderse, 26 milyarder birleşip iki seneye dünyanın 2/3’ünü satın alacak hale gelebilirler. 

Dünyanın sorunu bu. Zenginleşme, birilerinin fakirleşmesi pahasına gerçekleşiyor; zengin servetini korumaya yöneldikçe fakir daha da dışlanıyor. Her zengin başka bir zenginin fedakarlık yapmasını istiyor; buna da çözüm deniyor.