Keşke paranoyak olsam!

Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere, Kudüs-ü Mübâreke, Şâm-ı Şerîf...

İslâmiyetin bu dördüncü sıradaki kutsal şehri son zamanlarda maalesef ulvî ve uhrevî bağlamda değil; kan şiddet ve nefret bağlamında anılıyor.

Gönül isterdi ki Hazret-i İbrâhim’in bu hicret yeri, Hazret-i Hûd’un yaşadığı mekân, Hazret-i Yahyâ’nın Kabri’ni ve daha düzinelerce din ulusunun kabirlerini barındıran bu kent birtakım vahşîce hesablaşmalar vesîlesiyle değil, asıl karakterini oluşturan bütün beşeriyeti kapsayıcı önemi dolayısıyla gündeme gelsin!

Benim gibi “lâ-dînî” bir şahsın bile içini sızlatan gelişmeler ayrıca bir Türk olarak da  üzüntüme sebebiyet veriyor. Çünki Şam 1517-1918 arası tam 401 sene bir Osmanlı şehri ve kültür merkezi idi de...12. yy.’dan îtibâren ise, yine Türk olan Sûriye Atabeyleri ve Mısır Kölemenlerinin hâkimiyetindeydi. Yâni bizim bu şehirle takrîben 800 yıllık bir içli dışlı mâzîmiz var.

Bize gerçi onyıllarca târihimizin 19 Mayıs 1919’da başladığı martavalını üfürdüler ama unutmayalım ki Yüce Önder de “aslen” bir Osmanlı paşasıydı!

Öyle sanıyorum ki benim biyografim, cumhûriyet rejiminin fazîletlerine gönülden bağlı bir Türk yurddaşının özelliklerini taşır.

Öte yandan biri gelip şöyle biraz cildimi ovalasa altından Osmanlı çıkar.

Onun için öyle ne kendimi aldatırım ne de başkalarını; ben sâbık Osmanlı coğrafyasına bir başka türlü yakınlık duyarım. Dünyânın çok yerini dolaşdım ve, başda Almanyanınki olmak üzere, bâzı başka coğrafyalarla da haşır neşir oldum ama hiç biri bu berikinin yerini tutmadı.

Ha, cildi ovalamak dedik de, biraz daha ovalarsanız onun altından da Selçuklu çıkar elbet!

Kemiğe dayanınca da Göktürkü bulursunuz.

Biz bu Anadolu’ya gökden zembille inmedik.

Öyle olunca da önceleri daha başka nerelerde sürtdüğümüz meselesini de ihmâl edemiyoruz.

En azından ben böyleyim.

Cumartesi Günü ikindi saatlerinde ABD ile Rusya’nın bu Sûriye problemini barışçıl yollardan çözümlemeye karar verdikleri haberi geldi.

Çünki Sûriye elindeki kimyâsal silahları tümüyle teslîm edeceği vaadinde bulunmuşdu.

Bu tabii ki iyi bir haber.

Öte yandan nasıl uygulanacağını doğrusu merâk ediyorum.

Bu kimyâsal silah denilen nesneler, nisbeten ufak, dolab gibi mahfazalar içinde saklanan birtakım cisimler. Bunları Sûriye gibi 185.180 kilometrekarelik bir ülkede gizlemek zor değil. Bir önceki yazımda belirtmişdim; merkezî hükûmet yardımcı olsa bile, bâzı subayların istememesi hâlinde bütün ülkeyi tam anlamıyla tarayıp “temizlemek” için 75.000 asker ve on sene zaman gerekiyormuş.

Şimdilik ortalık durulur gibi olsa da buna kanmamak yerinde olur kanaatindeyim. Ortadoğu’da her durulma bir sonraki altüst oluşa hazırlık için beş dakıyka ara anlamı taşır.

Türkiye’yi bir savaş ortamına sürükleyerek son yıllardaki olağanüstü hızlı gelişmesini durdurmak ve hattâ imkân olursa ülkeyi bir değil birkaç parçaya bölmek isteyenler her türlü fırsatdan yararlanmayı isteyeceklerdir.

Bu lütfen bir paranoya olarak görülmesin!

Eğer en geniş kapsamıyla Kürd Sorunu’nu ve bunun ayrılmaz bir bölümü olan demokratikleşme sürecini, beş yıldır laklak edecek yerde, sağlam bir kazığa bağlayabilmiş olsaydık hiç endîşem olmazdı.

Ama neyleyeyim ki şaplak ensemize patlamadan tam teyakkuza geçememek gibi bir zaafımız var.

Keşke sâhiden paranoyak ve müvesves bir herif olsaydım!

NOT: Son cümlede kullandığım “müvesves” kelimesinin “vesveseli” demek olduğunu bilen okuyucularıma mûtâdım veçhile yine onar kuruş ikrâmiye dağıtacağım.

Bakalım bu sefer kaç kişi bilecek?