Keyfince açýlýp kapanan ‘Kozalak’

Kozalaklar... Kendiliklerinden düþüyorlar, düþünce de ölüyorlar sanýrdým. Belki de öldükleri için düþüyorlar. Ama gördüm dede. Dalýndan çok zaman önce düþmüþ bir kozalaðýn o oduna benzeyen tuhaf yapraklarýný bazen taç gibi açtýðýný, bazen yumruk gibi kapattýðýný gördüm. Demek ki cansýz deðilmiþ kozalaklar. Demek aðaçlarýndan ayrýyken bile yapraklarýný açýp kapayabiliyorlarmýþ”.

Sema Aslan ilk romaný “Kozalak”ta “her zaman her yerde yaþayabilen bir kozalak” olmak isteyen çocuklarý anlatýyor. Kendini onlarýn, annelerinin ve babalarýnýn yerine koyarak anlatýyor. Onlarýn kalbiyle hissediyor, onlarýn gözleriyle bakýyor, onlarýn diliyle konuþuyor.

Diðerkamlýk bir insanýn sahip olabileceði en deðerli erdemdir bence. Empatiden öte bir þeydir... Kendini baþkasýnýn yerine koyabilmektir, kimseyi ötekileþtirmemekle yetinmeyip ötekinin ta kendisi olabilmektir. “Kozalak”ýn yazarýnda bu var.

Sema Aslan’ý 19 yaþýndan beri tanýrým. Milliyet Sanat Dergisi ve Kültür Sanat Servisi’nde staja gelmiþ bir sosyoloji öðrencisiydi. Daha o yaþlarda “ekmeðimi kazanýrken” ne demektir bilirdi; sorumluluk sahibiydi; hayatýnýn yönünü belirlemiþti. Edebiyat alanýnda uzmanlaþmak, kitap tanýtmak, yazarlarla röportaj yapmak baþlýca ilgi alanýydý. Nitekim kitaplýklarýyla ünlü 35 kiþiyle yaptýðý röportajlardan oluþan “Benim Kitaplarým” (Doðan Kitap 2009) adlý benzersiz bir kitap yazdý. Adalet Aðaoðlu ve Orhan Pamuk’tan Þakir Eczacýbaþý ve Ýlber Ortaylý’ya dek kültür dünyamýzýn önde gelen isimleriyle röportajlar yer alýyordu bu kitapta.

Aslan, ailesini kurup anne oldu; basýnýn gündelik koþuþturmasýný ardýnda býraktý; hayat bilgisini derinleþtirdi ve dünyanýn girdisini çýktýsýný öðrenmiþ bir yazar olarak çýktý karþýmýza! Kardeþim sayýlýr, ama “Kozalak” basýlana kadar haberim olmadý roman macerasýna atýldýðýndan. Üstelik Ýletiþim Yayýnlarý basmýþ kitabý! Özelde yazýya yansýttýðýmdan daha sert eleþtiriler yaptýðýmý, hele hele yakýnlarýma karþý hepten acýmasýz olduðumu bildiðinden herhalde. Oysa beni þaþýrtmayý baþardý Sema, hem de çok! Yüz sayfa bile olmayan “Kozalak”ýn birçok bölümünü tekrar tekrar okudum. Bu yazýnýn yerine uzun uzun alýntý yapsam kitabýn satýþýna katkýsý olurdu!

Yayýncýlýk denen hesap-kitap aleminde ve toplumun genelinde onca samimiyetsizlik varken Türkiye’den çýkan þahane kadýn yazarlara hep hayranlýk duyarým. Þurada hemen okumaya doyulmayacak yazar isimlerini sýralardým ama bu kevgir olmuþ bellekle ya bir tanesini unutursam korkusu aðýr basýyor. Okuyucuysanýz “Kimi seviyorsanýz o” demem yeter size! Sema’yý bir gün onlarýn arasýnda sayacaðým -ne yalan söyleyeyim- aklýma gelmezdi. Bir edebiyatçý olduðunu anlamamýþtým “Kozalak”ý okuyana, okuduðumu o kadar beðenince, baþa dönüp bir daha okuyana, fikirlerimin yazara deðil kitaba yönelik olduðundan emin olana dek...

Ýki hafta önce bir gece dellenmiþ ve Elsa Triolet kitaplarýmý (iki tanesini çevirmeninin Okay Gönensin olduðunu yeni fark ettim ne tuhaf!) raftan indirip rastgele bölümler seçerek okumuþtum zihnimden güncel politikanýn kiri pasý sökülsün diye... “Kozalak”ý bu akýl detoksunun üzerine okudum, içim rahat!

Sema Aslan aldýðý sosyoloji eðitimini yaþadýðý topluma dair gözlemlerine temel atmak için mükemmel deðerlendirmiþ. Gazetecilik pratiðinin saðladýðý araþtýrmacý zihniyetle kurmacanýn altýndaki gerçekliði pekiþtirmiþ. Bomonti sokaklarýnýn hakikatinde yeþermiþ “Kozalak”, annelerin yüreklerinden geçerken olgunlaþmýþ, transseksüel cinayetlerini araþtýran polisin iç sesiyle çatlamýþ ve ýstýraplarý hapsetmek için kapamýþ yeniden yapraklarýný.