Kılıçdaroğlu dönülmez akşamın ufkunda artık

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiyesi ile gerçek Türkiye birbirinden çok farklı iki ülke. Kılıçdaroğlu ekonomisi ha çöktü ha çökecek, ordusu ha savaşa girdi ha girecek, işsiz sayısı her geçen gün artan, halkı son derece mutsuz bir ülkeden söz ediyor. Burası öyle bir ülke ki, insanları sokaklara dökülmüş Başbakan’ın istifasını, iktidar partisinin hükümeti bırakmasını istiyor. Emekli SSK Genel Müdürü anketlerin sür-git yalan söylediğini, tepesine ters perendeyle gelip oturduğu partisinin oylarında ciddi anlamda artışlar olduğunu öne sürüyor. Kuzey Irak’a gidiyor, yörenin sorunlarıyla ilgili bilgi (!) alıyor ama gene mikrofona yapışıp Başbakana saldırıyor. Yaşam biçimi ve siyaset anlayışı hep Başbakanı koltuğundan indirme üzerine kurgulanmış; Türkiye’yi nasıl daha iyiye, daha güzele götürebilirim üzerine değil.

Televizyon ekranında bir insanın, hem de bir parça tanısa ne denli duygusal olduğunu anlayacağı bir insanın, gencecik bir kızın acı dolu satırları karşısında kendini tutamayıp ağlamasıyla dalga geçiyor aklı sıra ve bunun adına “siyaset” ya da “muhalefet yapmak” diyor. Çevresinde oluşan bir avuç insan ne söylerse onları tekrarlıyor. Nedeni çok basit. Bilgi birikimi olmayan, kültür haznesi boş her insan gibi kulağa hoş gelebilecek, sepet sepet yumurta sakın beni unutma gibisinden yamacından fısıldananlara rağbet ediyor ve bir papağan gibi bunları tekrarlayıp duruyor. Suya yazılmış sözler bunlar; söylendiği an kulağa düşse de belleklere yazılmıyor.

***

İşin acı yanı Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’yi ciddi, sözü dinlenir, iktidarın oturup konuşacağı, fikir alışverişinde bulunacağı, halkın güvenebileceği bir muhalefetten yoksun bırakması. Kılıçdaroğlu belki farkında değil ama halk onu dinlemiyor, söylediklerini de ciddiye almıyor. Nasıl alsın:

- AKP Oyları yüzde 51 değil!

- Son yayınlanan anketler böyle diyor efendim.

- Ben de günlerdir sahadayım ve gözlüyorum. AKP’yi yüze 51 gösteren anketler gerçekçi değil. Ben de günlerdir sahadayım; canlı ve dinamik bir tablo var.

(Yıl 1950, İnönü İstanbul’a gidiyor fildişi kulesinden inip. İstanbul’da akıllara ziyan bir kalabalık var. İstanbul Valisi Gökay: “İşte Paşam İstanbul!” diyor. İsmet Paşa sahada, karşısında canlı, dinamik bir tablo! Seçimlerdeyse halkın oylarından oluşan bir silindir dümdüz ediyor CHP’yi İstanbul’da! Niye? Çünkü halkın partisi halktan kopmuş; halkla pamuk ipliğiyle bile bağlı değil.)

Bu sadece bir örnek. Buna benzer sayfalarla dolu örnekler vermek mümkün. Gezi Parkı olaylarıyla ilgili değerlendirmeleri, Merkel ve Almanya’dan Türkiyeyi demokratikleştirmeleri için yardım istemeleri, AB Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda’ya, Başbakanı Esad’a benzetmesi sonucu aldığı son derece onur kırıcı ve ters cevapla toplantının daha başlamadan bitmesi, habire Ergenekon’un adresini sorması, CHP’ye yönelik artan hırsızlık olaylarına ilişkin sorular sorulduğunda “valla benim bir gözlemim yok. Herkesin soru işareti var! İçişlerinin üzerine gitmesi lazım. İçişleri yakalamıyorsa başka bir şey vardır altında!” gibi ipe sapa gelmez daha nice nice laflar...

Bugün aklı başında ve çıkar beklemeden partisine bağlı CHP’liler,bir zamanlar acımasızca eleştirdikleri Deniz Baykal’ı özlüyorlar: “Seçim kaybetsek de düzeyli bir muhalefet yapabiliyor, gülünç durumlara düşmüyorduk. Gün gelecek bu düzmece kaset tezgahı aydınlanacak ve işte o zaman bizi bu gülünç durumlara düşürenlerden hesap soracağız.”

O günler gelir mi gelmez mi bilemem ama  muhalefetle goygoyculuğu birbirine karıştırdığı sürece CHP, dönülmez akşamın ufkundadır ve de vakit çok geçtir efendiler çok geç... Ama bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç diyemezsiniz çünkü nasıl geçeceği belli!