Kılıçdaroğlu ile iki saat…

CHP'yi 13 buçuk yıl yöneten ve koltuğunu 3 Kasım 2023'te Özgür Özel'e devreden (kaptıran mı deseydim?) Kemal Kılıçdaroğlu'nu grup başkanvekili olduğu yıllardan beri "yakın" takip ederim ama sadece iki kez yüz yüze geldim.

İlkinde 2012'de İstanbul'daydık. Kılıçdaroğlu CHP'yi değiştirmeye çalışıyor, "yeni CHP" tanımlaması yeni yeni dile getiriliyordu. CHP tarihinde bir ilk olmak üzere - sanırım - iftar vermişti Kemal Bey. Davetli listesi Rahmetli Erbakan'ın Çankaya Köşkünde verdiği, sonradan yargı konusu haline getirilen iftarın katılımcılarından çok da farklı değildi. (https://www.star.com.tr/yazar/yeni-chp-quotmutedeyyin-kesimlequot-iftarda-yazi-666439/)

İkinci görüşmemiz ise Salı günü Anadolu Yayıncılar Federasyonunun Ankara Hamamönü'ndeki merkezinde oldu. Federasyon Başkanı Sinan Burhan'ın daveti sayesinde geniş katılımlı bir buluşma olmasına rağmen bunu "yandaş medyaya çıkartma", "soru soramadılar", "şoka girdiler" gibi çirkin ifadelerle tanımlayanlar olmuş.

Bu boş tartışmaya girmeyeceğim ama şu notu düşeyim. Baki Özilhan'ın basın danışmanlığı döneminde Sayın Kılıçdaroğlu ile röportaj yapmak, sorularıma vereceği cevapları Star gazetesinde tam sayfa yayınlamak için defalarca başvuruda bulundum. Sorularımı duymayı ve cevaplamayı tercih etmediklerini söylemeliyim.

EMEKLİ DEĞİL: ZİNDE VE MESAFELİ

Toplantıya "parti içi meselelere girmeyeceğim" rezerviyle başladı Kılıçdaroğlu. Günlerini nasıl geçirdiğini anlattı, söylemek istediklerini söyledi, sorulara kaçamak cevaplar verdi.

Edindiğim izlenim Kemal Bey'in hala "zinde" olduğu yönünde. Parti içi meselelere dair pozisyonunu koruyor. Siyasetin dışında değil ama partinin içinde de sayılmaz. Üstünde mi, tartışılır. Bana kalırsa sırtına yediği hançerin sızısıyla yaşıyor.

"Buradayım be buradayım!" meydan okumasına rağmen 6-9 Eylül'de yapılan tüzük kurultayına gitmeyerek tavrını ortaya koydu. Didem Özel Tümer'in "kurultaya neden gitmediniz" sorusuna gülümseyerek cevap verdi.

Tüzük kurultayını (750 delege sayısına ulaşarak) seçimli kurultaya çevirmek ve kartları yeniden karmak istiyordu aslında Kılıçdaroğlu. Bazı girişimleri de oldu ama neticelenmedi. Kurultaya katılmayan delege sayısı 538'de kaldı.

Gitseydi belki o da Mansur Yavaş gibi son dakika operasyonuna maruz kalıp "önceden haber verseydiniz ben de İmamoğlu gibi güzel bir konuşma hazırlayabilirdim" demek zorunda kalacaktı, kim bilir.

KEMAL BEYİN KÜÇÜK DÜNYASI

Anadolu Yayıncılar Federasyonu'na hazırlanıp gelmişti ama Kemal Bey. Konuşurken sık sık notlarına baktı. Çalışma ofisinde on beş günde bir akademisyenlerle sosyologlarla felsefecilerle sohbet ettiğini söyledi. Özellikle felsefeye merak saldığı, bu sohbetlerden epey etkilendiği izlenimi edindim ben.

"Makro meselelerle ilgili konuşmak istiyorum" diyerek başladığı konuşmasında Türkiye'nin ileri değil geri gittiğini söyledi özetle. Dış politika ve ekonomiye değindi. Bazı olaylar ve veriler üzerinden çıkarımlar yaptı, örneklerle tezini desteklemeye çalıştı. Lakin çoğunun teyide muhtaç, bir kısmının ise bütünsellikten ve sebep-sonuç ilişkisinden kopuk olduğu kanaatine vardım.

Bu açıdan Kılıçdaroğlu cephesinde yeni bir şey yok, diyebilirim.

CHP ADINA TARİHİ BİR ÖZELEŞTİRİ YAPTI

Türkiye'nin neden ileri gitmediğine ilişkin çıkarımı, 13 yıl boyunca Türkiye'nin ikinci büyük partisini yönetmiş bir siyasetçi için özellikle tarihi öneme sahipti.

"Şu üç nedenle enerjimizi boşa harcadık" dedi Kılıçdaroğlu, "kimlik siyaseti", "inanç siyaseti" ve "yaşam tarzı siyaseti". Hakikaten öyle. Sadece enerjisini ve zamanını değil nesillerini harcadı aslında Türkiye, tüm bu ötekileştirmeler, dışlamalar yüzünden. Devlet-millet birlikteliği zarar gördü.

Bu açıdan CHP üzerine çalışan akademisyenler "özeleştiri" kavinden kaydedecektir muhtemelen bu açıklamayı. Toplumsal barış vurgusunu beğensem de aktif siyasette kullandığı ayrıştırıcı, yıkıcı, kutuplaştırıcı dili hatırlamadan edemedim ayrıca.

Emin Pazarcı medyadaki ayrışmada kendisinin de payı olduğunu örnekleyince "hatasız kul olmaz" deyip Orhan Gencebay'a, Mehmet Acet "geçmişe dair pişmanlığınız var mı" diye sorunca boşluğa bakıp "düşünmem lazım" cevabına sığındı mesela Kemal Kılıçdaroğlu. Keşke samimi bir cevap verebilseydi, bunca şeyden sonra

MADDİ HATALAR, BÜYÜK BÜYÜK LAFLAR

İktidara eleştirileri çoktu ama dayanakları zayıftı Kemal Beyin. Orta Vadeli Programı (OVP) eleştirirken "Neden Cevdet Yılmaz açıkladı ikinci yıl programını, demek ki Mehmet Şimşek'le ilgili problem var" gibi bir cümle kurdu. Hal bu ki geçen sene OVP'nin ilk sunumu da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz yapmıştı ve Şimşek hemen yanındaydı. Ama o bunu hatırlamadı.

İşsizlik, istihdam, liyakat ve teknolojik yatırım konusunda da benzer haller yaşandı lakin vaktiyle yaptığı "her muhtarlıkta bir kâtip istihdam etsek işsizlik kalmaz" buluşunu tarih unutmayacaktır.

ÇELİŞKİLER, YANDAN GEÇMELER

Savunma sanayiine, teknolojik yatırıma dair konu açtığında daha yumuşak bir söylem tutturdu. Bursa'da devletten teşvik almadan çip üreten bir firmadan sitayişle bahsetti. Sonra Baykar'ı ziyaretinden bahsederek "onlar da bir şeyler yapmaya çalışıyor" dedi. Bayraktar ailesinin devletten tek kuruş almadan üretip ihraç ettiği ileri teknolojik ürünlerden silahlardan uçaklardan ve vergi rekortmeni olmalarından söz etmeyi ise sanırım tercih etmedi.

Benzer bir çelişkiyi gençler konusunda da yaptı Kılıçdaroğlu. İyi yetişmiş, yetenekli gençlerin yurtdışına gittiğini, bunun Türkiye için bir kayıp olduğunu söyledi. Ama ANKA'yı, Kızıl Elma'yı, Bayraktar 2'yi, uzaya gönderdiğimiz uydularımızı, Altay tankını, TCG Anadolu gemimizi yapanların, yazılımını tasarımını yapanların, Karadeniz'de Gabar'da petrol çıkarıp rafine edenlerin, dev mimari eserleri inşa edenlerin, Covid-19 aşısını bulanların yetenekli, iyi yetişmiş ve ülkesine hizmet etmeyi seçmiş Türk gençleri olduğunu hatırlamadı.

YPG SORUMA İTİNAYLA CEVAP VERMEDİ

Melik Yiğitel'in "siyasette normalleşmeye neden itiraz ettiği" sorusunu cevaplarken "normalleşme halkla olur, siyasette ise rekabet olur" gibi jenerik bir cevap vermişti Kemal bey.

Ben de "artık aktif siyasette olmadığınıza dolayısıyla siyasi rekabet gibi bir zaruretiniz de bulunmadığına göre YPG mevzuuna bugün nasıl bakıyorsunuz?" diye sordum.

Ama "Türkiye kendisine tehdit oluşturan yapılara karşı akılcı politikalar geliştirmeli"den öte cevap alamadım. Israrıma rağmen eskiden yaptığı "biz onları terör örgütü olarak görmüyoruz", "YPG topraklarını savunan meşru parti" görüşünü tashih etmedi.

"Sınır ötesi askeri harekatları akılcı ve gerekli politikalar olarak görüp görmediği"ni sorduğumda da durum değişmedi.

İki saat süren toplantı bitip fotoğraf çektirirken "sorunuz güzeldi" dedi Kemal Bey gülümseyerek. "...ama cevap vermediniz" dedim.

Hamamönü'nden ayrılırken ise Kemal Kılıçdaroğlu'nun ana muhalefet lideri olduğu, CHP'nin adım adım DEM'lendiği o uzun yıllar geçti gözlerimin önünden.