Kılıçdaroğlu Külliye’ye zor gider, çünkü…

Büyükşehir Belediye Başkanları’nın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’la görüşmeleri gerçekleşti. 

CHP’li Belediye Başkanları görüşmeyi, “olumlu”, “değerli”, “verimli”, “faydalı” gibi sıfatlarla değerlendirmişler. Başkanların toplantıdan çok memnun kaldıkları anlaşılıyor. 

Sadece Cumhurbaşkanı ile bir araya gelip dertlerini dile getirebilmeleri açısından değil, aynı zamanda bakanlara meselelerini aktarabilmeleri açısından da yararlı bir toplantı olduğu görüşündeler. 

Merkezi yönetim-yerel yönetim arasındaki uyum, şehirlerin topyekun kalkınması ve gerçek anlamda bir başarının ortaya çıkabilmesi için hayati derece önemli. Belediye başkanlığı yapmış bir siyasetçinin yürütmenin başında olması, tüm belediye başkanları için büyük bir şanstır. Bir belediye başkanının çektiği dertleri-sıkıntıları anlayabilecek, taleplerini önemseyecek, beklentilerini karşılayabilecek bir muhatabın Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturması gerçekten bir avantajdır. Nitekim tüm partilerden belediye başkanlarının bu durumdan memnun kaldığı anlaşılıyor. 

Kimi çevreler, Cumhurbaşkanının davetini, gerilen siyaseti yumuşatma taktiği olarak yansıtmaya çalıştılar. Oysa doğrudan CHP’li başkanların söylemleri bunun taktiksel ve sembolik bir görüşme olmaktan öte bir mahiyet ve muhteva taşıdığıdır. Yerel yönetimlerin ve şehirlerin meselelerine yönelik son derece icraata dönük bir istişare toplantısı yapılmış. Yani bu bir sembolik görüşmeden, bir çalışma toplantısına dönüşmüş… 

Belediye Başkanlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik nitelemeleri de ilginç. “Samimi”, “içten”, “esprili”, “ilgili” vs… 

Özellikle İmamoğlu ve Yavaş’ın seçim döneminde Erdoğan’la yüksek tansiyon yaşadığını biliyoruz. Buna rağmen CHP’lilerin Erdoğan’ı son derece içten ve esprili bulunması, bunu da açıklıkla dile getirmeleri ilginçtir. 

Haddizatında Erdoğan’la bir şekilde bir araya gelen işadamından sanatçıya, sivil toplum temsilcisinden diplomata kadar hemen herkes benzer kanaatlere sahip oluyor.

İkili temas, yüz yüze iletişim, doğrudan ilişki, karşılıklı müzakere, aracısız görüşme, tüm bunlar muhalif çevrelerce üretilmeye çalışılan algının ötesinde başka bir Erdoğan portresi ortaya koyuyor: Samimi, sevecen, anlayışlı, uzlaşmacı, bağcıyla uğraşmak yerine üzüm yemek derdinde olan, ideolojik maskelerle değil içten yürekle hareket eden bir Erdoğan.

Öyle ki, tercüman vasıtasıyla iletişim kuran yabancı devlet adamları dahi Erdoğan’ın vücut dilinin etkisiyle kırk yıllık dostmuş gibi hissediyorlar. 

Erdoğan’ın siyasi gücü aslında bu etkileme gücünden geliyor, etkileme gücü ise samimiyetten kaynaklanıyor.

Erdoğan’ın aynı odada oturup da etkileyemeyeceği kişi sayısı çok azdır. 

Özellikle karizmatik liderlerin böyle bir etkileme gücünden bahsedilir. Adeta bir tür siyasi manyetizma ile insanları kendine çeken bir hal… 

Siyasette en asgari ilişkide bile korunması gereken nezaket kuralları vardır. Diyalog arttıkça siyasi nezaket daha da artar, yüz yüze bakan siyasetçiler birbirlerine yönelik ağır yüklenmelerin şiddetini düşürürler. Bu yüzden ne kadar çok diyalog, o kadar çok uzlaşma; ne kadar çok insani temas, o kadar çok nezaket söz konusudur.

Geçmişte ideolojik kamplaşma sebebiyle Erdoğan’a zehir zemberek sözler sarf edenlerin, birebir temas ve ilişki sonrasında daha ölçülü bir dil kullanmaya başladıklarını biliyoruz. 

Nitekim en son örnekte belediye başkanlarının da en azından bu görüşmenin etkisi bitene kadar daha pozitif bir dil kullanacaklarını söyleyebiliriz. 

Özgüveni yüksek, tutarlı, samimi siyasetçi ancak samimi temas ve diyaloğa açık olabilir. Pozisyonunu kesin karşıtlık üzerine kuran veya etki altında kalacağından korkan siyasetçi ise sertliği bir perde olarak araya çekmeyi yeğler. 

Erdoğan’a amansız düşmanlık etmek isteyenler, en sert şekilde konuşmayı veya en ağır şekilde yüklenmeyi seçenler mümkün olduğu kadar Erdoğan’la temastan uzak dururlar. Bu hem Erdoğan’ın temas ettiği kişiyi yumuşatma özelliğinden kaynaklanır; hem de kızdığı insana mürailikle gülücük dağıtmak yerine sahici şekilde tepki gösterebilmesinden kaynaklanır.

Çünkü her samimi davranışın karşılık olarak beklediği bir samimiyet vardır. Siyasi rol gereği hiçbir hukuku ve nezaketi gözetmeyen laflar karşısında Erdoğan’ın yapmacık davranamadığını da biliyoruz. 

İşte bu gibi sebeplerle Kılıçdaroğlu, Külliye’ye zor gider.