Küfür ve hakaret Gezi Parký kalkýþmasýyla birlikte sýradanlaþtý. Taksim Meydaný’nda yakýlan arabalara, sökülen kaldýrým taþlarýyla örülen barikatlara, yol kenarlarýna ancak “Gezi zekalýlar”dan sadýr olabilecek küfürler yazýldý. Þuracýða bir tek tanesini bile numune olarak býrakamayacaðýmýz þiddetteki küfürler, Türkiye’nin en üst temsil makamýnýn þahsýna ve ailesine yasa ya da ayýplanma korkusu yaþanmadan edilebildi. Sadece Cumhurbaþkaný ve ailesi deðil, Gezi isyanýný eleþtiren herkes bu küfür ve hakaretlere maruz kaldý. Erdoðan’ý savunanlara en iðrenç yakýþtýrmalarý yapmak sosyal medyada trolizmin alameti farikasý oldu. En aðýr küfrü eden en çok RT’yi kapýyordu.
Bu yeni bir olguydu. Ve bu olgu sadece bazý insanlarýn aðzýnýn ne kadar bozuk olduðunu göstermiyordu. Ayný zamanda siyasetin bundan böyle bir “kutuplaþma” içine sokulacaðýnýn da habercisiydi. Asla spontane deðildi. Þeytani bir aklýn icadýydý. Türkiye’yi içine almaya çalýþan bir kaos sahneleniyordu. Ucu, o günlerde sanki hiçbir þeyle alakasý yokmuþ taklidi yapan Paralel Devlet Yapýlanmasýna, oradan FBI’a kadar uzanan bir kaos planý...
***
Taksim vandalizmine eþlik eden küfür ve hakaret sarmalý uzun vadeli bir etki yaratacaktý. Ýþte o etki toplumdaki kutuplaþma oldu. Geniþ muhafazakar kesimi hedef alacak þekilde yaygýnlaþmýþ olan bir nefret söylem ve iklimi, siyasetin yeni aksýný oluþturdu. Ha babam küfrettiðimiz, hakaret ettiðimiz kesimlerin nasýlsa arkasýnda uluslararasý medya gücü yok, CNN, BBC onlara deðil bize mikrofon uzatýyor, algýyý biz oluþturuyoruz, en önemlisi de “nasýlsa bu ‘sessiz çoðunluk’ sokaða çýkmaz” aymazlýðýyla hareket ettiler.
Erdoðan tüm bu taarruzu bir paratoner gibi üzerine çekti ve tüm saldýrýlara, küfür ve hakaretlere raðmen sessiz kalabalýklarýn gücü adýna dimdik durdu.
O dik durdukça muhalefet aðzýný iyice bozdu. Hakareti sadece sokak ve sosyal medyada deðil Meclis çatýsý altýndaki kürsü hitaplarýnda iþitir olduk.
Kemal Kýlýçdaroðlu’nun grup konuþmasýnda Bakan Sema Ramazanoðlu’na hakaret etmedeki rahatlýðý, üstüne üstlük hakaretini savunmaya kalmasý þu bahsettiðim sürecin bir sonucu deðilse þayet Kýlýçdaroðlu’nun çocukluðu inmekten baþka çare kalmýyor.
Enver Aysever’den Emile Zola olur mu?
Gezi’nin miraslarýndan biri de Kabataþ’ta tacize uðradýðýný iddia eden bir kadýnýn savcýlýða da yansýyan þikayetini dile getiren gazetecilerin maruz kaldýðý sistematik saldýrý oldu.
Gezi’de iktidarý devireceklerdi. Kabataþ’taki o kadýnýn anlattýklarý basýna yansýdýðý için devrimleri akim kaldý düþüncesiyle yüz yýla sýðmayacak küfür ve hakareti birkaç yýlda üzerimize boca ettiler. “Kabataþ yalancýlarý” etiketiyle sadece sosyal medyada deðil gazete köþelerinde, TV kanallarýnýn canlý yayýnlarýnda taammüden üzerimize saldýrdýlar.
Geçen hafta Enver Aysever’e 1,5 yýl önce açmýþ olduðum hakaret davasýnýn mahkemesinde yaþananlar da yukarýda anlatmaya çalýþtýklarýmýn izdüþümü mahiyetindeydi. Aysever, þahsýna açtýðým hakaret davasýný çarpýtarak “Kabataþ Davasý” olarak yansýtmaya çalýþtý. Hakaret davasýný Dreyfus davasýna benzetmesi, kendisini ise basýn özgürlüðü elinden alýnan, siyasi eleþtiri hakký engellenen bir maðdura dönüþtürmeye kalkmasý, hele hele söze “Suçluyorum” diye baþlayarak Emile Zola pozlarý vermesi epey gülünç bir manzara oluþturdu. Hakaret ve küfrü cezalandýramazsak fikir hürriyeti, siyasi eleþtiri ve basýn özgürlüðü gibi kavramlardan bahsetmemiz mümkün deðil.