Kim kimi dinliyor?

Mülkiye’de öğrenciyken hocalarımızdan biri, “çocuklar, eğer yolda PTT kutularının başında tamirci kılığında birilerini görürseniz bilin ki o adamlar istihbaratçıdır, dinlemek için hatlara giriyorlardır” derdi. O günden sonra gördüğüm her telefon tamircisine şüpheyle bakar olmuştum.

Özal döneminde dinlemelerin zirve yaptığı bilinen bir gerçekti. İlginç olan ise dinlemelerin Özal Hükümeti’ne karşı MİT, Emniyet ve askerler tarafından yapılıyor olmasıydı. Hatta bilinen bir hikayedir, bakanlardan biri telefonda konuşurken “beni dinleyen memurun ...” diye küfür etmiş, daha sonra aynı memur bakan beyi ziyarete gelip “efendim ben de emir kuluyum, sizi dinliyorum ama görevim gereği, ne olur bana küfür etmeyin” demiş...

***

Cumhuriyet kurulduğundan beri ‘devlet’ adlı kutsal kurum hepimizi, hatta en başta kendi yöneticilerini dinliyor, özel hayatını görüntülüyor. Örneğin 1980’li ve 90’lı yıllarda Türk istihbaratının en önemli görevi siyasilerin ailelerini dikizlemek, açıklarını bulmak ve seslerini gizlice kaydetmekti. 2000’lerin başlarına gelindiğinde ise pek çok kişi en az 4 ulusal istihbarat noktası tarafından dinleniyordu. Bunların dışında özel birimler ve meraklı kişiler de aynı telefonları dinlemeye alabiliyordu.

Teknolojideki hızlı gelişme sayesinde bazı anlı-şanlı televizyon habercileri bile başbakanlığı, bakanlıkları dinlemeye alıyor, buradan çıkan görüntü ve ses kayıtlarını bazen haber yapıyor, bazen şantaj malzemesine döndürebiliyordu. Bakınız eski başbakan Çiller’e dönük faaliyetler...

***

Kısacası, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk günden bu yana, hatta Osmanlı döneminden beri bu ülkenin devlet kurumları kendi milletini ve idarecilerini röntgenliyor. Bunda yeni bir şey yok. Son günlerde ortaya saçılan dinlemelerin mühim bir kısmı da gayri-meşru ama gayet resmi dinlemeler. Emin olunuz bu kafayla devam edildiği sürece tablo değişmez, sadece suçlananlar ve suçlayanlar yer değiştirir.

Peki, çare nerede? Çare, Türkün Türkü suçlamaktan vazgeçmesinde. Ne zamanki ülke olarak ulusal tehdidi kendi içimizde değil de dışarıda ararız, ne zaman ki istihbarat birimleri içeriden ziyade dışarıya yönelir, işte o zaman Türkiye için bir umut var demektir.

***

İçeride hukukun herkese eşit bir şekilde uygulanması gerekir. Milletvekillerinin, bakanların ve MİT mensuplarının yararlandığı dokunulmazlık zırhı her Türk vatandaşının hakkıdır. Her bir bireyin özel hayatı ne zaman kutsal ve dokunulmaz sayılırsa ve bu hak yasalarca güvence altına alınırsa işte o zaman doğru yola girilmiş demektir.

Bu konuda ABD’nin Türkiye’den bile kötü bir karneye sahip olduğu savı ise doğru değildir. Elbette her devletin gizli ve kirli işleri vardır. Ancak ABD’de ne CIA ne de Ordu Amerikan vatandaşlarını dinleme hakkına sahip değildir. Bu kurumlar bu tür faaliyetleri yasadışı olarak yapabilirler, ancak yakalanmaları durumunda bunun bedelini öderler. Nitekim ABD basınında bizdeki gibi telefon dinleme metinleri sayfa sayfa yayımlanmaz. FBI veya başka bir birim yaptığı yasal dinlemeleri bizdeki gibi orta yere saçamaz.

Elbette gelişen teknoloji istihbarat birimlerini güçlendirmekte ve özel hayatı savunmasız hale getirmektedir. Geçen yıl ortaya çıkan Snowden Skandalı bunun açık bir kanıtıdır. Ancak bu ülkelerde istihbarata yetki veren yasalar bireysel hakları koruyan yasalarla dengelenmektedir. Başka bir deyişle, hak ve özgürlükler ile güvenlik arasında çok güçlü bir denge bulunmaktadır. Bizde ise maalesef tam bir dehşet dengesi hüküm sürmektedir.