Televizyon kanallarında günlerdir, gece yarılarına kadar, ‘Cumhurbaşkanı’nın parti genel başkanı da olması hasebiyle tarafsız olamıyacağı’ konusu etrafında saatlerce süren tartışma proğramları yayınlanıyor
Gelip geçmiş hiçbir C. Başkanı’nın ‘tarafsız’ olduğu üzerinde konuşmuyorlar. Halbuki, geçmişteki hepsinin de bir tarafı vardı.
Hele de CHP’nin ilk iki Gn. Başkanının, reisicumhur sıfatıyla, ama, fiiliyatta, Ebedî Şef ve Millî Şef gibi unvanlarla nasıl tartışılamaz bir ‘tek adam’ sultası oluşturdukları bilinmiyor mu?
Dahası, şimdiki CHP Gn. Başkanı, ‘O ilk iki Şefleri’nin yolundan, usûlünden, bir milim bile sapma göstermediklerini’ devamlı söylemiyor mu?
*
O ikiliden sonra gelenleri de hatırlayalım ve hâfızalarımızı tazeliyelim, sırasıyla..
Celâl Bayar, 1950-60 arasında, 3. Reisicumhûr olarak, tarafını o kadar açık ortaya koyuyordu ki, onun döneminde resmî dairelerde, okullarda, ‘Atatürk, seni sevmek millî bir ibadettir..’ gibi bir sözü, heryerde arz-ı endâm ederdi.
27 Mayıs 1960 Askerî Darbesinin lideri General Cemal Gürsel de ‘çok tarafsız bir cumhurbaşkanı’ydı, değil mi?!! Adnan Menderes’i dârağacına gönderirken..
Onun 1966’da, 7 ay süren bir komaya girmesi üzerine Genelkurmay Başkanlığı’ndan Cumhurbaşkanlığı’na geçen General Cevdet Sunay; ve 1973’de, Cevdet Sunay’dan sonra, Cumhurbaşkanlığı için yapılan çetin entrikalar ve nihayet uzlaşmalar sonunda, eski Deniz Kuvvetleri Komutanları’ndan ve soyadını ilk Şef’ten almaktan başka övüncü olmayan Fahri Korutürk; ve 1980 Askerî Darbesi’nin lideri olarak 1989’a kadar Cumhurbaşkanlığı yapan General Kenan Evren..
Bunların hepsi de CHP çizgisinde değiller miydi? ‘Tarafsız’lık bu muydu?
*
Merhûm Turgut Özal, 1989- 93 arasında C. Başkanı olduğunda partisinin başından gidince ‘tarafsız’ mı olmuştu?
O vefat edince, yerine DYP Gn. Başkanı iken Cumhurbaşkanlığı’na getirilen Başbakan Süleyman Demirel, hele de, ‘28 Şubat 1997 Askerî Darbesi’ne ‘yeşil ışık’ yakan kişi olarak, ne kadar ‘tarafsız’dı, değil mi?
Hele ondan sonra, 2000 yılında, Ecevit’in çabasıyla Anayasa Mahkemesi başkanlığından Cumhurbaşkanlığı’na getirilen ve ‘Sadece devlet değil, kişiler de laik olmalı’ diyen katı kemalist-laik A.N. Sezer mi tarafsızdı?
Ve o gittikten sonra, 2007 yılında, ne çetin mücadelelerden sonra, AK Parti eliyle Cumhurbaşkanlığı’na seçilen Abdullah Gül, partisinden istifa etmekle sahiden mi ‘tarafsız’ olmuştu?
Kimse kendisini kandırmasın..
Ve sanki dünyada partili bir Cumhurbaşkanlığı’na ilk örnekmiş gibi, üstelik de, ilk kez milletin doğrudan reyiyle seçilen Erdoğan’a gelince.. Efendim, ‘tarafsız’ olması isteniyor.. O, kendisini seçen milletin tarafındadır.
*
Gerçekte ise, ona, Şef’lerinin ve resmî ideolojinin çizgisine olduğu gibi bağlı kalmadığından dolayı karşı çıkılıyor..
Halbuki, millet tarafından seçildiğine göre, hesabını da beşer planında millete verecektir. O halde, kendi mesuliyet döneminde, sorumluluğunu paylaşacak kişi ve kadroları tercih etmesi kadar tabiî bir şey olabilir mi?
‘Yetkisi olsun, ama, sorumluluğu olmasın; ya da, sorumluluğu olsun, ama, yetkisi olmasın..’; her iki iki durum da yozlaşma ve bozulma getirir.
*
**
Bir diğer konu..
Yıpratma savaşı da değil, yozlaşma..
Geçen hafta, Marmara Üni’deki bir akademisyenin, yazılı imtihanda öğrencilerine sorduğu suallerin cevap şıklarından birisinin de, ‘Tayyib’e sor..’ şeklinde yazıldığı belgelendi..
Bu, açıktır ki, lâubaliliğin de ötesinde, bir psikolojik savaş taktiği..
Yeni Şafak’ta, 30 Ocak günlü yazısında, kendisi de bir akademisyen olan Yâsin Aktay bey, bu gibi eğilimlere değinirken şöyle diyordu: ‘ …Bu tek örnek olsa, aslında bir öğretim üyesinin hezeyanları denilir geçilirdi. Oysa maalesef bugün birçok önemli üniversitemizde belli bir akademisyen grubunun akademik rutini haline gelmiş bir alışkanlığından bahsediyoruz. Ankara Üniversitesi, ODTÜ, Boğaziçi Üniversitesi’nden görüşüp konuştuğum birçok öğrenci, alâkalı alâkasız birçok derste derslerin Erdoğan’la başlayıp Erdoğan’la bitirildiğinden bahsedildiğini anlatıyorlar. Bazı öğretim üyeleri kendi siyasi duygularını öğrencilerine ders esnasında bazen alaycı bir üslupla, dalga geçerek, bazen de ciddi propaganda üslubuyla empoze ediyorlar. Özellikle dalga geçen üslup, ortamlarda ciddi bir kanaat üretimi oluşturuyor.
Ne akıl, ne düşünce, ne analiz, ne delil. İki sulu espri, iki laubali gönderme yetiyor çoğu zaman kanaat üretmek ve bulaştırmak için..(….) Bu tarz davranışlar sergileyen bir akademisyenin, yaptığı işe de, öğrencilerine de, çalıştığı üniversite kurumuna da hiçbir saygısı yok demektir. (…)‘Bugün beğenmedikleri Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir zamanlar muhalifti. Ama o ve arkadaşları muhalefet zamanlarını böyle militanca sululuklarla değil, geleceğin Türkiye’sini inşa edecek alternatif politikalar geliştirerek geçirdi. O zamanlar ortaya koydukları mesaiyle bugünün Türkiye’sini inşa ettiler. (…)
Ya siz, (…) sergilediğiniz bu sululukların dışında Erdoğan’ın yaptıklarına alternatif olarak ne üretip ne vaat ediyorsunuz?’
Sahi, Yâsin Aktay bey’in bu sözlerine mâkûl bir cevabı var mı o taifenin?
*