Kimin yüzleşmeye cesareti var?

Kuşkusuz İslam dünyasını ve Müslümanları ilgilendiren her başlık ya da sorun, her durumda Türkiye’nin de gündemi ya da sorunu olarak karşılık buluyor. Bu bizim kaderimiz, tarihimiz ve bir başka ifadeyle kendimiz.

Ancak bu gündeme dair başlıkların ve sorunların, nasıl ortaya çıktığını ve kim tarafından nasıl şekillendirildiğini doğru anlamak ve deyim yerindeyse ‘oyun’u bozmak da bizim kaderimiz.

Belli ki kolayca bitmeyecek, uzun asırların biriktirdiği sorunların parantezinde büyüyen/büyütülen; aynı zamanda nasıl tarif edilmişse öyle kabul etmeniz istenen başlıklar bunlar. Oysa Türkiye’nin bugün söyleyecek sözü varsa, tam da kendisine tarif edileni sorgulama ya da reddetme cesareti gösterdiği için var. Sadece kendi sınırları dahilinde değil, bölgesinde, İslam dünyasında ve tüm dünyada geçerli olacak bir söylemi tercih etmeye cesareti olduğu için karşılığı var.

Şimdi size daha geçen yıl ortaya çıkan bir metni hatırlatmak istiyorum. Kuvvetle muhtemel bir çoğumuzun hafızasında kalmayan bu metin, Türkiye’nin son yıllarda ortaya çıkan özgüvenini ve yaklaşımını özetliyor aslında:

‘Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat sunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının hangi din ve etnik kökenden olursa olsun, Türk, Kürt, Arap, Ermeni ve diğer milyonlarca Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğu yadsınamaz.

Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar. Tabiatıyla ne bir acılar hiyerarşisi kurulması ne de acıların birbiriyle mukayese edilmesi ve yarıştırılması acının öznesi için bir anlam ifade eder. Atalarımızın dediği gibi ‘ateş düştüğü yeri yakar’.

Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.

1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir. Türkiye’deki bu özgür ortamı, suçlayıcı, incitici, hatta bazen kışkırtıcı söylem ve iddiaları seslendirmek için vesile olarak görenler de bulunabilir.

Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.’

Geçtiğimiz yıl 24 Nisan’da yayınlanan bu metin, Başbakan sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan tarafından tüm dünyaya ilan edildi. İşte bu metindeki söylem, samimiyet, derinlik ve kuşatıcılık bize gelecek adına umut veren.

Bu metin yayınlandığında duyduğum heyecanı şimdi de hissediyorum. Eminim ki Türkiye, eğer sözünün karşılık bulmasını ve söyleminin barış adına hayat bulmasını istiyorsa böyle bir çerçeve ile yola devam etmek zorunda.

Şimdilerde Türkiye’ye özgürlük adına ders vermeye kalkanlara, böyle bir yüzleşme cesaretini gösteren bu satırları hatırlatmak geldi içimden.